PKK’nin bir şehitler partisi olması, onu bugüne kadarki diğer bütün devrimci partilerden ayıran temel bir özelliğidir. Bütün toplumsal mücadelelerde özgürlük, eşitlik, adalet ve demokrasi için verilen bedeller sahiplenilmesi gereken temel değerler olarak anlaşılır ve sahiplenilir. Bu sahiplenme biçimi, en ağır bedel olan insanın kendi yaşamını ortaya koyması tarzında ortaya çıktığında, o mücadeleleri yürüten toplumlar ve insanlar bu değerleri sürekli canlı tutarak, yaşayarak ve yaşatarak sürekliliklerini korumaya çalışırlar. Bunun gelenekleri, kurumları yaratılır. Bu gelenek ve kurumlar içerisinde o değerler korunduğu, geliştirildiği ve üretildiği oranda kendilerini devam ettirirler.

Bütün devrimci partilerde ya da daha öncesindeki tarihsel toplumsal hareketlerde şehitlik kurumu sürekli en önemli geliştirici, değiştirici, dönüştürücü kurum olarak oturtulmuş ve geliştirilmiştir. Mevcut toplumsal geleneğin temel değeri olarak şehitlik kurumu, aslında toplumun kendi özgürlüğü için verdiği mücadelelerdeki bedellerinin ölçüye dönüştürülmesi, bir anı olarak yaşatılması noktasında en önemli yere sahiptir. Bu anlamda şehitlik, tarihin belki de en köklü kurumlarından ve değerlerinden birisidir. Bu açıdan da ideolojik tercihi ne olursa olsun, tarihsel süreç içerisinde hangi toplumsal formasyonu temsil ederse etsin, en temel dikkat çekici özelliklerden bir tanesi de, toplumsallığın kendisini sürdürebilmek için, toplumun bireylerinin emekleri, çabaları ve bu emek ve çabalarının aslında bir yerde sınırsızlığının ifadesi olan kendi yaşamını ortaya koyma biçiminde noktaladığı şehitlik olgusu, sürekli yaşatılmaya çalışılmıştır.

Aslında şehitliğin yaşatılması demek, herhangi bir toplumsal mücadelenin kendi sürekliliğini devam ettirebilmek, kendisini üretebilmesini garanti edebilmek amacıyla insanın en temel korkusunu aştığı noktadan kendisini mücadeleye katma, toplumsallığa adama biçimi olan ölümü göze alarak mücadelenin sahiplenilmesini ifade ettiğinden bu kadar değerlidir. Toplumsal mücadelelerde de, -aslında günlük normal yaşam içerisinde de- herhangi bir şeyin önemine dikkat çekmek bazı kavramlarla ifade edilir: Örneğin uğruna baş koymak, yaşamını ortaya koymak, ölümüne direnmek, ölümüne savaşmak ve sahiplenmek gibi kavramlar, herhangi bir olay ve olguyu kendisi için varlık nedeni haline getirme anlamında kullanılır. Kendisinin varlık nedeni olarak kendi bireysel yaşamını- varlığını değil de, içinde bulunduğu toplumsal gerçekliği esas alan bir insanın toplumsallığı üretme kabiliyeti sınırsızdır.

Eğer toplumsallık varlığını devam ettirmek istiyorsa, uygarlık süreci boyunca yaratılmış bütün suni sınırları ortadan kaldırması gerekiyor. Uygarlık sistemi de aslında toplumu bazı temel zayıflıklarından yakalayarak kendisini var edebilmiştir. Toplumu meydana getiren insanın bazı temel yaşamsal korkuları vardır. Bu yaşamsal korkulara hükmedilebildiği oranda insana ve topluma hükmedilebilir. Bu korkuların ya da insanın doğal olarak kendisini var etmesinin, sürekliliğini korumasının temel özellikleri, karakteri olan, bazı içsel özellikleri vardır. Bu özelliklerin çözümlenip insana karşı kullanılması, insanı kontrol altına almanın hizmetine sokulmuştur. Örneğin açlık duygusu, yani beslenme güdüsü, cinsellik güdüsü, -türün kendini devam ettirmesi için temel bir güdüdür- ve insanın canlı bir organizma olarak kendi varlığını devam ettirmenin koruma güdüsü olan savunma güdüsünün -ki bunun diğer adı da ölüm korkusu olarak ifade edilebilir- insana karşı kullanılmasıyla insan bir yerde denetime alınabiliyor. İnsanın bu temel güdüleri kontrol edilebildiği oranda, kendisinin dışından kendisine karşı gelişebilecek baskı, tahakküm altına alma, yaşamını kendi istediği gibi değil de, başkalarının istediği gibi kullanma noktasına getirilebilir. İnsan, kendisinin temel korkuları olan bu korkuları yenebildiği, aşabildiği taktirde, artık denetlenemez, kontrol edilemez bir varoluş tarzına sahip olur. Bunun adı da özgürlüktür. Bir insanın özgürlüğü; onu sınırlayan, denetleyen, serbest ve rahat hareket etmesine, kendi istem ve arzularına göre yaşamasını engelleyen, frenleyen temel duyguların, güdülerin, düşüncelerin kontrol altına alınıp aşılması ile gerçekleşebilir.

İnsanı en çok denetleyen, sınırlayan, kontrol eden korkular ise, insanın temel varlık biçimi olan, biyolojik varlık biçimini koruması noktasındaki varoluşuna dönük düşünce ve duygulardır. İnsan beyni ve psikolojisi, kendi üzerinde yaşadığı zemin olan, ya da kendisini ancak onunla var edebildiği, biyolojik varlığını koruyabildiği taktirde düşünsel ve duygusal olarak kendisini devam ettirebileceğine şartlanmıştır. Bunun bir gerçekliği de vardır. Insan bu gerçekliği aşabildiğinde, artık kontrol edilemez, denetim altına alınamaz, sınırlandırılamaz bir noktaya gelir. Bir de bunları denetleyebildiği, kontrol altına alabildiği ve kendi varoluş tercihlerinin hizmetine sokabildiği taktirde büyük bir güç haline gelebilir.

Bunun bilincinde olan sistem, ya da bunun üzerinden kendini var eden uygarlığın egemen bilme biçimi, öncelikle insanın bu korkularını, bu zayıflıklarını sürekli tahrik ederek, topluma karşı kullanarak, toplumu kontrol etmeye çalışır. İşte bu noktada toplum bazı bireyleriyle kendisine yönelik geliştirilen bu dayatmaları aşarak o sistemin denetimine girmeme, hükmüne girmeme, hükmünü kabul etmeme duruşuyla o sistem karşısında kendi varlığını koruyabilir. Bunu yapabildiği oranda kendi varlığını devam ettirebilir.

İlk çağların aşiret ve etnisite direnişlerinin temel bazı kahraman figürleri var. Bu figürler, aslında aşiret ve etnisite için, onun uğruna, sıradan insanın kolay kolay aşamadığı korkularını aşabilen, onun ötesinde yaşayabilen veya gerektiğinde kendi fiziksel yaşamını ortaya koyarak kendi toplumsallığını sahiplenen insanlardır. Bunlar, toplum belleğinde ve anılarında sürekli kendilerini yaşatarak, toplumun özgürlük eğilimini gösterirler ve toplum da o doğrultuda yürüyebildiği oranda, kendi toplumsallığını koruyabilir. Ne zaman ki bir toplum artık kendi uğruna bu korkuları aşabilen kahramanlarını yitirir, kahraman üretemez hale gelir, bir korku egemenliği olan erkek egemenlikli uygarlık sisteminin içinde erimeye başlar

Değerlerini koruyamayan hiçbir hareket sürekliliğini koruyamaz

Kahraman yaratamayan topluluklar tarih içerisinde yok olup gitmişlerdir. Bunu sürekli üretebildiği halde, sistem içerisinde fiziki olarak yok olan ama sistem karşıtı bütün kültürlerde kendisini devam ettiren bazı gerçeklikler de vardır. Bunlara evrensel kahramanlıklar diyoruz. Bu evrensel kahramanlıklar sistemi bütünlüklü aşabildiği için, sistem dışı bütün toplulukların değerleri haline gelmiştir. Yani sistemin temel dayatması olan korkuyla egemenlik altına alma yaklaşımlarını aşabilen insanlar doğal, özgürlükçü, eşitlikçi toplum adına sistemi aşabilen, sistemin karşısında durabilen bu insanlar, birer anı-kalıntı olarak miras biçiminde yaşamaya devam etmişlerdir. Bu değerleri, anıları canlı tutan, sahiplenen, kendisinin varlık nedeni ve giderek onların izinden yürümenin bir gereği olarak, kendisine ölçü haline getirebilin hareket ve insanlar, bu sistemin dışında ve karşısında mücadele etme gücünü gösterebilmişlerdir. Tarihteki bütün toplumsal direniş hareketlerinde kahramanlar, toplumsallıkları için kendi yaşamlarını ortaya koyabilen insanlar olarak sembolleştirildiği, simgeleştirildiği yaşatıldığı için tarih içerisinde yaşamaya devam ederler.

Bunun birçok örneği verilebilir. Ateşi tanrılardan ilk çalıp insanlara veren titan Prometheus sadece bir Yunan efsanesi ve kahramanı değil, evrensel çapta bir kahramandır. Aslında Prometheus demek, egemenlikli sisteme karşı mücadele eden insanın, bütün sistemi aşabilen, sistemin en temel düşünce biçimi ve otorite kavramları olan tanrısallığa bile karşı çıkabilen, kafa tutabilen bir gerçekliği ifade eder. Ve bu kafa tutmayı da her türlü bedeli; açlığı, fiziki acı çekmeyi, ölümü göze alarak yapabildiği için o kadar evrenseldir. Prometheus gerçekliği sistem karşısındaki duruşun temel korkularını aşabilmenin insanda yaratmış olduğu yüceleşme, özgürleşme, ölümsüzleşme gerçeğini ifade eder. Bu yüzden de aynı temeller üzerinde sistem karşısında mücadele eden herkesin kahramanıdır Prometheus.

Kahramanlar kendi toplumları için ödedikleri bedeller ve yürüttükleri mücadelelerle belli bir süre yaşarlar ve kendi bulundukları yerelin kahramanı haline gelir, yaşamaya, yaşatılmaya devam ederler. Neredeyse her etnisitenin, her klanın bir kahramanı, yaşayan efsanesi vardır. O toplumun çocukları, onlara dinletilen müziklerde, ninnilerde, anlatılan masallarda, daha sonraki süreçte bütün bir eğitim sistemi, günlük sosyal yaşam içerisindeki tüm kültürel, sanatsal, üretimsel faaliyetlere yedirilerek o insana mal edilebildiği oranda o insan toplumsallığının bir parçası haline gelirler.

İnsanların müziklerinde, oyunlarında, edebiyatlarında sürekli kahramanlarından bahsetmesi aslında toplumsallığın kendisini devam ettiren benliğini koruma çabası olarak ifade edilebilir. Onları anlatabildiği, sürdürebildiği, sürekliliğini koruyabildiği oranda kendi sürekliliğini koruyabileceğinin bilincidir değerlere sahip çıkan. Toplumsallık, bunları müzikte, resimde, heykelde, adlandırmada, sürekli yaşatarak varlığını korumaya, devam ettirmeye çalışır. Bunları unuttuğu, onun yerine geçen çarpıtılmış sembol ve simgelerin peşine takıldığı, kendi değerlerini unutup belleksizleştiği ve başka bir sistemin değerleri, sembol ve simgeleri, adlandırmaları ve kavramlaştırmalarıyla artık kendini ifade etmeye başladığı bir noktaya geldiğinde, artık o toplum asimilasyon-erime sürecine girip ve yok olmaya başlamıştır. Bu açıdan da herhangi bir toplumsal biçimin, mücadele tarzının kendisini sürdürebilmesi, kendisinin değer yaratanlarını sahiplenme, onları sürekli canlı tutma gücü ile bağlantılıdır. Bu değerlerini korumayan hiçbir toplumsal hareket sürekliliğini koruyamaz.

Kürt gerçeğinin kendisini bugüne kadar korumasının muammalı ve gizemli bir gerçekliği olduğu söylenir. Bu kadar baskı ve zulme, işgal ve istilaya uğramış toprakların insanının, onca baskı ve asimilasyon çabalarına rağmen, kendisini nasıl sürdürdüğü hep sorulmuştur. Çünkü ortada kendi toplumsal kurumlaşmalarını güçlü örememiş bir Kürt gerçeği var.  Kürt etnisitesi, aşiret formunda yaşayan bir toplumsal gerçeklik olmasına rağmen, neredeyse bütün bir insanlığı yutacak bir sistem haline gelmiş erkek egemenlikli uygarlık sistemi karşısında nasıl bugüne kadar kendisini var etmiştir sorusu cevabı en çok aranan, merak edilen sorudur. Dağların derinliklerinde saklanmış olması, belki bir nedendir. Ama ovadaki insanın kendisini koruması nasıl ifade edilebilir? Bu da hep kültürünün güçlülüğü, farklı kültürlere benzeşme yerine onları kendisine benzeştirme gücü ve kendisinin kök kültür olmasıyla izah edilir. Bunlar bir yönüdür.

Ama eğer Kürt bugüne kadar varlığını nasıl devam ettirdi denilecekse; o zaman bu soruyu, bu kavramlarla cevaplamak yerindedir. Kürt neden çocuktur, neden neolitikte çakılıp kalmıştır? Neolitikte çakılıp kalmak nedir? Kürdün, insanın çocukluk halinin saflığını koruması, kendisini nerede ifade etmektedir? Kürt adına dünden bugüne canlı olarak yaşayıp gelen nedir? Günlük olarak, Kürt adına duyduğumuz, dinlediğimiz; hafızalarımızı, düşünce biçimimizi belirleyen değerler nedir? Sorularını sorduğumuzda; göreceğiz ki elimizde, elle tutulur somut bir miras yoktur. Ne yazılı bir edebiyatı, ne bir mimarisi, ne bir üretim tarzı ve üretim biçimi, ne de bir devlet sistemi vardır. Kürdün neolitiğe çakılıp kalmış aşamasından bugüne uzanan sesi, simgesi, düşünce biçimi nedir sorularını sorduğumuzda, şunu çok rahatlıkla görebiliriz; Kürdün neolitikten bugüne kalan masalları, destanları, efsaneleri, kahramanları vardır. Ve bunlar her Kürt çocuğunun dimağının tadını, hayallerini, geleceğe dönük özgürlük arayışlarının doğrultusunu belirleyen olgulardır.

Her Kürt bir Rüsteme Zal olmak ister, bir Dervéşé Evdi ve Adulé olmak ister, bir Mem u Zin olmak ister, her Kürt, tanrılara kafa tutan, kötülük yılanlarını yok eden bir masal kahramanı olmak ister. Ve bunların hepsini de anasından duyduğu ninnilerde, masallarda; dengbéjlerden duyduğu klamlarda, efsanelerde öğrenir. Aslında Kürdün rengini, varlık biçimini devam ettirmesini sağlayan, bir yerde bu temel motiflerdir. Ve bu motiflerin hepsinde, gizil bir biçimde egemenliği kabul etmeme, özgürlüğü için direnme, toplumsallığını sahiplenme ve ona karşı gelen saldırılar karşısında ölümüne kavga etme, direnme gerçekliği vardır. Bu motiflerde; yok olmayı kabul etmeme adına ölümü göze alma sembol ve simgeleri vardır. Bunlar bazen imgelerle de ifade edilir. Kavramlara ve sembollere o kadar anlam yüklenir ki; o bilinçaltında, insanın zihniyetini belirleyen, düşünce tarzını yönlendiren direnme noktası haline gelir. Kürtler bunu yapabildikleri oranda varlıklarını devam ettirebilmiştir.

Adını kaybetmiş toplum, rengini kaybetmiş toplumdur.

Özellikle İslamiyet ile başlayan Araplaşma sürecinde, bu masallarının yerine farklı kahramanlar, semboller, imgeler hatta tanrılar ve tanrıçalar girdiği süreçte, Kürtlük artık erimeye başlamıştır. Yine Kürdün kendine göre bir üretim tarzı vardır. Bu daha çok hayvancılık ve tarıma dayalı bir üretim biçimidir. Bu üretim biçimi içerisinde oluşturmuş olduğu kavramlar, renkler ve sesler vardır. Bu renkler, sesler ve kültürler kendisini ürettiği oranda, Kürtlük varlığını devam ettirebilmiştir; bu seslerin ve renklerin yok olması, Kürtlüğün erimesinin diğer bir nedenidir.

Buna karşı Kürtlüğün en çok yaşatıldığı yer, Kürdün fiziksel olarak sistem dışında olduğu dağlardır. Yine bu direniş, Kürtlüğün toplumsal örgütlenme formu olarak aşiret tarzında kendini var ettiği kültürel üretimlerinin renklerinde bulunabilir. Eğer bugün Kürtlük adına bazı değerler korunuyor ve canlılığını devam ettiriyorsa, bunu masallarıyla, destanlarıyla, efsaneleriyle ve kendine verdiği adlarla yaşatmasının gücü olarak görmek gerekiyor.

Aslında her toplumsal mücadele bir bakıma kendine ad verme, adını ve varlığını koruma mücadelesidir. Önderlik, savunmalarında ‘totemi’ tanımlarken, temsil ettiği toplumun kimliği, adı olarak ifade etmektedir. Yani bir sembolle, simgeyle kendisine kimlik ve ad bulan toplumlar, varlıklarını sürdürebilme gücünü gösterirler. Adsız toplum aslında yok olmuş toplumdur. Her toplum, taşıdığı adın anlamının içerdiği ölçülere, yaşam ve üretim tarzına uygun bir biçim kazanmıştır. Önce ad geliştirilir, sonra o ada uygun anlamlar üretilir ve o anlamlara uygun pratik geliştirilir. Eğer ad öze uygunsa, o öze uygun anlam varlığını devam ettirir ve o anlama uygun bir yaşam kendi rengiyle kendisini sürdürebilir. Adını kaybetmiş toplum, anlamını ve rengini kaybetmiş toplumdur.

Kürtlük, bu noktada iyi çözümlenmesi gereken bir gerçektir. Nitekim dikkat edilirse, dağlardaki Kürtlerin adları daha çok efsanelerden, masallardan kalan Kürt adları iken, ovalarda, sistem içerisinde Arap kültürüyle ya da farklı asimilasyoncu kültürlerle buluşmuş, onun sistemi içerisinde yer almış Kürdün adı artık Kürt değildir; Arabın, Türkün, Farsın adını almış, kendi adını ve anlamını da unutmaya başlamıştır.

PKK, Kürt gerçeğinin tam da bu noktasında ortaya çıkan bir harekettir. Aslında bir yerde bir his, bilinçaltı ve refleks olarak, bu değerler sahiplenilerek ortaya çıkmıştır. Önderliğin, Aramé Tigran ile yapmış olduğu bir röportajı var. O röportajda, kendisinin devrimciliğe başlamasının temel nedenlerinden birisinin Aramé Tigran’ın Derwéşé Evdi destanının klamını dinlemesi olduğunu söyler. Ve sürekli Derwéşé Evdi destanının gücünden bahseder. Aslında burada, kendi tarihinin soy değerlerini görme, bu soy değerlerinin yaşayan anılarını sahiplenme, kendini sistem dışında ifade etme, adını ve anlamını orada bulma ve yeni bir anlam yaratma kavgası ve mücadelesinin içerisine girme gerçekliği görülüyor.

Önderliğin, PKK’nin çıkışından günümüze kadarki süreçte, davası uğruna mücadele eden ve yaşamını ortaya koyan insanların, arkadaşlarının anılarını sürekli koruma çabası da bu derin bilinçle bağlantılıdır. PKK’nin şehitler partisi olarak ifade edilmesi, böylesi bir tarihsel bilinç ve gerçeklikle bağlantılıdır. PKK, kendisini bir şehidin, Haki Karer’in anısına kurulmuş bir parti olarak ifade etmektedir. Aslında PKK, kendi kahramanını, kendi şehidini sahiplenebildiği için, bu kadar hızla gelişebilmiştir. Daha sonraki bütün süreçlerde de, bu böyledir. Bunun dışındaki herhangi bir yaklaşımla PKK’yi izah etmek çok fazla anlamlı olmayacağı gibi, bir saptırma yaklaşımı olacaktır.

PKK’nin ilk kuruluş sürecindeki diline, üslubuna ve adlandırmalarına bakalım; hepsi mutlaka şehitlerle bağlantılıdır. PKK, şehitleri sahiplenebildiği ve yaşatabildiği oranda gelişmiştir. Ve Kürt toplumunun PKK’yi sahiplenmesinin temel nedeni de budur. Kendi soy değerlerini henüz yitirmemiş, kendi soy değerleriyle bağını koruyan Kürt gerçeği, bu soy değerlerini sahiplenen insanlara büyük bir sempati duymuş, bu insanlara katılmayı, onlarla beraber mücadele etmeyi, arkasından yürümeyi tereddütsüzce kabul etmişlerdir. Yoksa o dönemde, Kürtlük adına sadece PKK ortaya çıkmamıştır. Kürtlük adına mücadele ettiğini iddia eden birçok hareket vardır ama bu hareketlerin hiçbirisi Kürt toplumunun belleğinde, zihniyetinde ve yaşam tarzında bir değişim-dönüşüm yaratamadığı gibi orada yer bile edinememiş, unutulup gitmişlerdir.

Bu durum, ancak Kürdün soy değerlerle bağlantılı diyalektiği içerisinde anlaşılabilir. Kürtlük, tarih içerisinde kendi soy değerlerini, kendine has bir diyalektikle koruyup, yaşatabilme yeteneği ile varlığını sürdürebilmiş bir gerçekliktir. Son yıllarda kürdün bu soy değerlerine karşı korkunç bir saldırı vardır. Kürt kültürünün, müziğinin, destanının yok edilmesi, dejenere edilmesi, kürdün yaratmış olduğu kahramanlık değerlerinin, adlarının içeriğinin boşaltılması, sistemin Kürtlük şahsında demokratik komünal kalıntı ve anılarına büyük bir ideolojik saldırısıdır. Bu böyle algılanmadığı takdirde, sistemin asimilasyon ve yok etme çabası karşısında direnebilmek mümkün olmayacaktır.

PKK’nin yaratmış olduğu değerlerin başında ad koyma vardır. Ulusal Diriliş Mücadelesinin başlaması ardından doğan Kürt çocuklarının neredeyse tamamının adlarının Kürt renkli, direniş renkli olması, belki de PKK’nin yaratmış olduğu en büyük kazanımdır. Bunlar, Kürtlük adına yaratılmış en büyük değerlerdir. Ve bu adların her birisinin ifade ettiği derin anlamlar vardır. Kürt çocuklarının isminin Agit, Berivan, Zilan, Beritan olması, Kürdün bu tarihsel gerçeği ile bağlantılıdır. Neredeyse bir küfür haline dönüştürülmüş Kürt isimlerine yeniden sahiplenilmeye başlanması da bunu göstermektedir. Bir Zerdeşt, Derwéş, Edul, Mem, Zin isminin sahiplenilmesi, bu tarihsel değerlerin yeniden diriltilmesi anlamına gelmektedir.

Kürtlüğün yaşayan damarları olarak Kürt kültürünün ve sanatının, kısaca Kürt belleğinin yeniden canlandırılması, sistem için en büyük tehlikedir. Bu yüzden de sistem Kürt ismini yasaklamakta, Kürt isminin tekrar canlanmasının önüne geçmeye çalışmaktadır. Kürt müziğinin yasaklanması, devletlerin Kürt isimlerini kayda geçirmemesi yönündeki yaklaşımlarını çok basite almamak gerekmektedir. Bu, Kürtlüğe karşı bilinçlice konulan bir tavırdır.

PKK’nin ısrarla kendi mücadele gerçekliği içerisinden gelen insanları bu adlarla sahiplenmesi, ya da bu insanların bu adları sahiplenmesi, devam ettirmesi ve yaşatması noktasındaki ısrar da, bu bilinçle birlikte ele alındığı takdirde anlamlıdır. Şehitlerin adlarının, anılarının yaşatılması ve onların yaşam içerisinde birer ölçü haline getirilmesi, direnişimizin, varlığımızın devam ettirilmesinin temel garantisidir. Siyasi, askeri, örgütsel alanda, birçok darbeler yiyebiliriz. Hatta bu hareket bütünüyle tasfiye bile edilebilir ama bu hareketin geleneği, bir isim üzerinden, bir şehidin anısı üzerinden bile kendisini bin defa var edebilecek bir güce sahiptir.

Son yıllarda bu noktada ciddi sorunların yaşandığını kabul edip, kendimizi mutlak bir düzeltmeye tabi tutmamız gerekiyor. Önderliğin bu yönlü yoğun çabaları, özellikle komplo sonrası süreçte eksik bırakıldı. Önderliğin bu konudaki çözümlemelerini süreklileştirme imkanları sınırlandırılınca, bunu yapması gereken kadroların bu görevlerini yerine getirememesi, bir boşluğa neden oldu. Oysa Önderlik daha yakalandığı ilk süreçte, komplo sürecinde eylem yapan her şehit için bir kitap yazmak gerektiğine dikkat çekti.

Kürt, kadın kahramanlarıyla kendi rengini bulmaya başlamıştır 

Sistem askeri olarak kendisine karşı direnen hareketi tasfiye etmede sonuç alamayınca, yine siyasal, örgütsel planda sonuç alamayınca, onun soy değerlerini yozlaştırarak sonuç almak istemektedir. Yine toplumun zihniyetinde özgürlük değerleriyle eş adlandırmaları, kavramları, değerleri yozlaştırmaya ve hareketin yaratmış olduğu güneş kadar net değerleri muğlâklaştırmaya dönük çabalar içine girmiştir. Tabii bu, mücadelenin bir yönüdür. Diğer yönü ise, sahiplenilmesi gereken temel bir görev olarak, kendini üretmeye devam etmektir. Bu da, değerlerin yaşatılması ve kalıcılaştırılmasına dönük çabalarda ifadesini bulacaktır. Bu noktalardaki zayıflık ve yetersizliklerimizi giderirken de, kendimizi ancak bu değerlerin karşısına koyarak doğru bir duruşun sahibi olabiliriz.

Bu gerçekliklerin kendisini en çok ifade etmesi gereken noktalardan birisi de; kadın şehit gerçekliğidir. Aslında tarihteki kahramanlıklar erkek egemenlikli sistemin bir yansıması olarak, doğal toplum geleneğini temsil eden topluluklarda bile erkek renkli bir tarzda üretilmiştir. Bu tarihte kadın kahraman çok azdır. Neredeyse unutturulmuştur. Kadın kahramanlar erkek kahramanların birer tamamlayanı, birer mücadele gerekçesi olmanın dışında bir anlam ifade etmemiştir. Oysa PKK’nin kendisi, değer yaratan, sembol ve simge haline gelen bir kadın gerçekliği yaratmıştır. PKK’ye saldırının, en çok bu noktada olduğu çok rahatlıkla belirtilebilir.

PKK’nin yaratmış olduğu kadın kahramanlık gerçeği, neolitik toplumun yaratmış olduğu kadın renkli, kadın merkezli toplum gerçeğinin günümüzde yeniden diriltilmesi ve güçlü bir tarzda, ada ve anlama kavuşturulmasıdır. Bunu ne kadar sahiplendik ne kadar yaşamsallaştırdık noktalarını çözümlememiz gerekir. Bu noktada Önderliğin çok derin bir bilinçle bağlantılı yaklaşımlarının olduğu bilinmektedir.

Önderliğin Zilan, Beritan ve Sema arkadaşlar üzerine yapmış olduğu değerlendirmeler ve bunları birer çizgi olarak tanımlaması, kesinlikle bir tesadüf değildir. Son yıllarda, PKK şehitlerinin sembol düzeyinde kadın renginin ön plana çıkması, kadının bu noktadaki kendini ifade tarzı, bütün toplumsal değerlere egemen kılınmaya çalışılan, erkek egemenlikli toplumsal kültürü paramparça edebilecek bir güce sahiptir. Çok az harekette bu kadar kadın kahraman ortaya çıkmıştır. Tarihte eşi benzeri yoktur.

Birçok toplum bir tek kadın kahramanın adıyla kendini koruyabilme gücünü göstermiştir. Jeanne D’arc sürekli örnek gösterilen önemli bir semboldür. Bununla birlikte Kürtlüğün masal, efsane, destan biçiminde yaşayan kadın kahramanları vardır. Zin ve Edul bunun en çok bilinen örnekleridir. Bu örnekler Kürt kadınının direniş sembolü, direniş simgesi olarak, iyi görülmesi gereken örneklerdir. Bugün Kürdün adı Zilandır, Beritan’dır, Sema’dır. Bu özellikle son yıllarda Kürt kadının kendini yaratma, toplumda hakim renk haline gelebilme yeteneğinin çok geliştiğini, iradesinin çok keskinleştiğini göstermektedir. Bunlar, Kürdün değişen rengini göstermektedir. Kürdün değişen rengi kürdün kadınlaşan rengidir. Kürt, kadın kahramanlarıyla kendi rengini bulmaya başlamıştır.

Kadının gücünden, kadın özgürlük ideolojisinin, hareketinin, mücadelesinin gücünden bahsedilecekse, bu Berivanlarda, Semalarda, Zilanlarda, Beritanlarda ifade edilebilir. Başka hiçbir ifade tarzı, bu özgürlük mücadelesini tam ifade edemez. Bunlar günlük olarak kendisini üreten, yaşayan değerler olarak var olmaya devam etmektedir.

İnsanlık tarihi boyunca kadın direnişinin sembolü ve simgesi olmuş değişik isimler de var. Ama şunu hiçbir zaman unutmamak gerekir ki, kadın tarihi açısından sistem karşısında en radikal mücadeleyi veren, bu noktada en güçlü değerleri yaratan, PKK önderlikli gelişen toplumsal kurtuluş mücadelesi olmuştur. Başkan Apo’nun yaratmış olduğu ideolojinin öncülük ettiği kadın, özgürlük hareketinin bizzat kendisidir. Dünyada çok az ulusal, sınıfsal ve cins mücadelesinde bu kadar direniş sergilenmiş, bu kadar düzeyli, güçlü bir bilince sahip kadın kahraman yaratılabilmiş; kadın rengini bütün bir topluma hakim kılabilecek güçte bir kadın gerçekliği yaratılabilmiştir. Bu kadın gerçekliğinin sahiplenilmesi, yaygınlaştırılması ve evrenselleştirilmesi, evrensel çapta da kadın özgürlük mücadelesinin en büyük gücü olacaktır. Hiç kuşkusuz kadının evrensel özgürlük mücadelesine en büyük katkıyı sunacak gerçeklik, Kürdistan’daki kadın özgürlük hareketi ve kahramanları olacaklardır.

Bizim görevimiz, şehit yoldaşlarımızın umutlarını evrenselleştirmektir. Şehitleri yaşamak yaşatmak, bütün toplumsal mücadelelere, özellikle kadın mücadelesine mal etmek gibi bir görevimizin olduğunu asla unutmamalıyız. Kendimizi bunlarla ifade etmek, bu renklerle, değerlerle evrensel kadın mücadelesi içine taşırmak ve bu rengi kadın özgürlük mücadelesine mal etmek, kadın özgürlük mücadelesini belki de yaşamış olduğu bütün handikaplardan kurtarabilecek bir çaba olacaktır. Zira yaratılan bu değerler, sistemin en köklü reddini, sistem karşısında en keskin iradenin, direnişin dinamiklerini içerisinde barındıran bir geleneğe sahiptir.

Her kadın şehidimizin yeniden ele alınması, yeniden işlenmesi; yaşam içerisindeki duruşlarının en ince ayrıntısına kadar incelenmesi, eylemlerinin, düşüncelerinin topluma mal edilmesi gerekmektedir. Onlar sadece ölümüne dövüşen kahramanlar değil, yaşam yaratan kahramanlardır. Kendi yaşamlarıyla yeni ölçüler oluşturan, yeni üsluplar yaratan, çizgi haline gelen insanlardır. Bir Beritan, Zilan, Sema ve en son Viyan çizgisi, bütün bir toplumsal kurtuluş mücadelesinin rengini belirleyebilecek güçte ve ölçü yaratabilecek düzeyi olan gerçekliklerdir.

Kadın özgürlük mücadelesini bu ölçülerle ulusallaştırabildiğimiz oranda ulusal, evrenselleştirebildiğimiz oranda da evrensel bir hareket olabiliriz. Bu anlamda kadın özgürlük mücadelesinin şehitlerini, kahramanlarını, sembol ve simgelerini sahiplenmek, kadın özgürlük ideolojisinin, özgürlük hareketinin ve öncüsünün en temel görevidir

ABDULLAH ÖCALAN SOSYAL BİLİMLER AKADEMİSİ