Demokratik Uygarlık Manifestosu ile çağımızın ve geçmiş uygarlıkların tarihsel, güncel, ideolojik çözümlemesi en kapsamlı şekilde yapılırken, insanlığın gelişim aşamalarını bilimsel düşünce ışığında aydınlatmak anlama gücümüzü arttırıp derinleştirmektedir. Bu derinleşme, bizde coşkuyu, morali, araştırma ve inceleme istemini, kendini manifesto temelinde yeniden ele alma arayışını geliştirmektedir. Bunda en temel neden, Manifestomuzun, bilinmeyenlerin kapısını aralaması, reddedilecek yaşam ölçüleriyle insana layık yaşam ölçülerinin perspektife kavuşması, çözümlemelerin geçmiş birikim üzerinden daha da derinleşmesidir.
Son süreçlerde hareketimizde yaşanan canlılığın en temel nedeni, Manifesto’da ortaya konan, her bireyin çevresinden ve geçmişinden beslenerek kendi kendisine düşünüp tahliller yapabileceği ‘bilinç’ öğesinin oluşmasıdır. Bu öğe, devrimcileşme ve yaratıcı bir birey olabilmenin en önemli özelliğidir. Tüm geriliklere karşı durabilecek kişiliğin, özgürlük ve eşitlik ilkeleri temelinde oluşturulmasının başlangıç adımıdır. Çünkü kendini tanımayan, kimliğini netleştirmeyen insan hep başkalarına ait olur, başkalarına dayanmak zorunda kalır.
Sınıflı sistemi yaratanlar gerçeğin bilgisini ve bilincini insanlıktan alıkoyarak kendi denetimlerinde, uygun gördükleri yaşamın hizmetine soktular. Böylece, insanlık neye ait olduğunun, neyi yaşaması gerektiğinin ayrımını yitirerek, özlemini duyduğu dünya ile var olan dünyanın bağlarını yavaş yavaş kopararak sömürülü yaşamı normal ve zorunlu görmeye başladı. Elbette bu gerçekleşirken insan da yavaş yavaş aynı sistemin etkisine girdi ve özelliklerini kazandı. Buradan da anlaşıldığı ve mitolojilerde de görüldüğü gibi ilk yanıltma, insanın düşüncesi üzerinde yapılmaktadır. İnsanlar kendilerini köle olarak tanrılara ve rahip-yöneticilerin kendilerinden üstünlüğüne önce inanırlar, sonra bağlı hisseder ve bu kimlikle bir kölenin görevleri ne ise onu yerine getirirler. Böylece sistem, bilinçsiz bırakılmış insanlara istediği her şeyi yaptırabilmektedir. İnsanların inançta ve düşüncede ikna olmasıyla gönüllü köleliğe dönüşen bağlılık, sistemi daha da kalıcılaştırmıştır. Sistem acımasızlaşıp, verimsiz hale geldikçe baskıcılığı ve vahşiliği ise daha da artmıştır. Sistemin, özgürlük ve hak mücadelelerine rağmen, kılıf değiştirerek, maddi koşullara kendini uyarlayarak günümüze kadar ulaşabilmesi, toplumda yarattığı bu bilinçsizlik ve köleleştirici inançtan ileri gelmektedir.
Sınıflı toplum içindeki hem reformcu ve hem devrimci gelişmelerin de önce düşüncede gelişmesini böyle anlamlandırmamız yerindedir. Köleliği ve onun tanrısını sorgulayan mistik hareketler ile peygamberler ve felsefeciler maddi zemindeki değişmelerle beraber feodal çağın önünü açıp gelişmesini sağladılar. Skolastik düşünce karşısında batıda yaşanan Rönesans, kapitalizmin önünü açtı. Sosyalizme ilişkin ise Marx’la yetersiz de olsa sistemleşen, yöntem kazanan tahliller, Lenin’le pratikleşti. Bu teori ve pratikler ise, Önderliğimiz tarafından bugün bilimsel yöntemlerle tahlil edilip, yetmezlikleri aştırılarak ezilenlerin mücadelesi daha gerçekçi ve sonuç alıcı bir doğrultuya kavuşturulmuştur. Ve tüm bu gelişmelerden ulaşacağımız sonuç, en güzel ve insana layık olan yaşama doğru giderken bilginin ve aklın gücünün, içselleştiğinde, bir mekanizma haline geldiğinde gelişmeyi yarattığıdır.
Önderliğimiz, Manifestomuzu ‘Özgür İnsan Savunması’ olarak değerlendirdi. Özgür iradeli, sosyalist bireyi esas alan ideolojimizi yaşamsallaştırırken, güçlü ve derin olan sistemle, onun yarattığı karakterle mücadele ederken bilinç son derece belirleyicidir. Çünkü bireyin kimliğini netleştirerek, gerçeğe ve amacına ulaşmasında bireysel denetimini sağlayan, görevleri temelinde kabul red ölçülerini geliştiren içselleşmiş düşünce gücü, vicdanıdır. Özgür bireyin yıkılamayacak bir kale olabilmesinde bilinçli yaşamanın, amaçlı ve sorgulayıcı vicdanın, ahlakın bütünselliğini oluşturmak önemli bir gerçekliktir. Tarih ve toplum bilincinin önemi yaşamımızdaki en önemli gündemlerimizden biridir, fakat ikinci plana ittiğimiz cins bilinci de bizim açımızdan hayati değere sahiptir. Cins olarak, kimliğimizi netleştirmek ve gerçeğimizde yaratılan tahribatları tespit edip görevlerimizi yerine getirmek, yeni ilişki perspektifimizi içselleştirerek onun ahlaki-vicdani denetim mekanizmasını oluşturmak sosyalist bir yaşamın daha da güçlendirilip, topluma yansıtılması açısından önemlidir. Önderliğimiz’in ‘bireyleşme’ olarak önümüze koyduğu doğru, bilinçli ve ilkeli yaşamın geliştirilmesi ile olur.
Genel anlamda cins bilinci ve erkeğin psikolojisi üzerinde sınırlı bir birikimimiz olsa da, ideolojik kapsam ve sosyalist yaşam gerçeği açısından bunun yetersizliğini yaşıyoruz. Bunun en temel nedeni, bin yılların sisteminin kişiliğimiz, duygu ve düşünce yapımız üzerinde yol açtığı tahribatlardır. Çünkü uygarlığın başlangıcından itibaren yaşam, kadın ve erkek açısından eşit olmayan bir seyir izlemiştir. Bunu Önderliğimiz, ‘Kadın ilk sömürülen sınıf, ulus ve cinsti’ sözüyle ifade etmektedir. O dönemden günümüze kadar evde-ailede, yönetimde ve sistemin gelişen tüm ayaklarında erkeğe başat rol verilip yüceltilmektedir. Bu gerçekten yola çıkarak, kişiliğimizdeki tüm olumlu ve olumsuz yönlerimizi kimlik kazanma temelinde netleştirip daha derin bir sorgulamayı geliştirmemiz şarttır. Aksi, şahsımızda, anlayışımızda, ilişkimizde tüm özgürlük iddiamıza rağmen sistemin bazı özellikleri ile yaşamamıza neden olur. ‘Yeni yaşamı yaratmak için ilişkiler sorgulanmalı, yenilenmeli’, ‘Erkeğin dönüşümü toplumun dönüşümünün tamamlanmasıdır’ diyen Önderliğimiz, amacımızla yöntemimiz arasındaki bağı kurarak, mücadelemizin doğuracağı sonuçları kendi şahsında gerçekleştirmiş ve perspektif olarak bizlere de sunmuştur.
Manifestoda gördüğümüz gibi cins ilişkilerinde sömürünün gelişmesi ile beraber sınıf ve ulusların sömürülmesine gidilmiştir. Duygular ve düşünceler üzerinde derin eşitsizlikler ve ayrıcalıklar temelinde tahribatlar yaratılmıştır. Ve insana bilinçli bir birey olma, özgürleşme imkanları sunulmamış, doğruların uzağında tutulup kendisine ait olmayanları yaşamaya mecbur bırakılmıştır. En önemli halka olarak, cinslerin kimliği ve bilinciyle oynanmış, cinsler arasındaki eşitsizlikler kutu içinde kutularda saklı tutulup, göğe atılmaya veya toprakla üstü örtülmeye çalışılmıştır. Sömürü sistemi servetini kadının mülk haline getirilmesiyle büyütmüştür. ‘Dokunulmaz’, ‘tartışılması günah’, Allahın emri kabul edilen, kadının yetersiz kul olmasına bağlanan bu gerçek, sistemin yumuşak karnı olduğundan, dokunulduğunda sistem sarsılabilir, çıkar dünyalarını yıkabilirdi. Kadının diline töreler, yasalar ve tabularla kilit vurulmasının, kadına tanınacak en küçük hakkın günah sayılmasının, ilişkilerin özde egemenliğe pratikte güdülere dayandırıp, günümüzde sahteliklerin yoğun bir çaba ile örtülmeye çalışılmasının, kılıflara konulmasının temelinde bu gerçek yatmaktadır. İradesiz bırakılan ve özünden uzaklaştırılmaya çalışılan kadın, erkeğe ‘sus payı’ olarak verilmiştir. Kadın neolitikteki kimliğinden uzaklaştırılmış, erkek ise sistem temelinde bir karakter kazanmıştır. Ve zamanla kadın, özüne ait olmayan düşüncelerin ilk uygulayıcısı olmuş, sistemin en dinamik gücü haline gelip yabancılaşmayı iliklerine kadar yaşamıştır. Öyle ki bu durumu bir değer ve ayrıcalık olarak görmüş ve sistemi kutsalmış gibi korumaya çalışmıştır. Bahsettiğimiz geri erkekliğin altında koca bir sömürü sisteminin gerçeği vardır. Ancak cins bilincinden yoksun birçok özgürlükçü hareket ve birey emekleri ve çabalarına rağmen istedikleri sonuca ulaşamamışsa bu nokta (cins bilinci) belirleyici öneme sahiptir. Yetersiz kimlik ve anlayış ile insanlık görevlerinin yerine getirilme mücadelesi yetersiz kalır. Bu anlamda cins bilinci ile sınıf, ulus ve toplum bilinçleri birbirini tamamladığında ‘sosyalist bireye’ ulaşma ve bunun toplumsallaştırılması mücadelesini güçlendirme sağlanır.
Cins bilinci erkek açısından da geliştiğinde bilinçli, amaçlı, sorgulayıcı ve mücadeleci ilişkilenmeler ile sosyalist yaşamın ve bireyin gelişmesi daha hızlı ve güçlü adımlarla gerçekleşecektir. Önderliğimiz ,‘En büyük devrimci, düşmanını içinde yenmesini başarandır’ sözüyle duyguda, düşüncede ve ruhta yaşanacak gelişmelerin ulaşmak istediğimiz hedefimiz noktasında belirleyiciliğini ortaya koyuyor. Hepimizin içinde özgürleşme noktasında daha güçlü gelişmemizi sağlayacak kıvılcımlar vardır. Cins bilinci temelinde geliştirilecek mücadele ve ilişkilenme bu kıvılcımları alevlendirecek güce sahiptir. Ve yüreğimizdeki, beynimizdeki ağların yol açtığı doğallığından uzaklaşmayı aşmada önemli sonuçları doğuracaktır. Eğitimimizin özü, birçok boyutu olmakla beraber temelde cins özgünlüğünün ele alınarak geri erkekliğin sorgulanması ve buna karşı mücadelenin geliştirilmesiydi. Kendimizi tanıyıp kimliğimizi netleştirmede cins bilinci en önemli halkalardan biridir. “Yalancı ve zorba erkeklik”in tanınıp aşılması büyük eşitlik ve güzellik yaratmanın kimlik olarak kazanılıp, duyguda, ruhta, düşüncede bir yenilenmenin gelişmesinde önemli sonuçları doğuracaktır.