14 Temmuz direnişçiliği, ancak kesintisiz başarıları mümkün kılan bir devrimcilikle ve sonunda onların zaferiyle mümkün olabilmiştir.
İnsanlar unutkandır, hatta denilir ki “hafıza-î beşer nisyan ile malûldür” yani, insan hafızası unutkanlık hastalığı taşır. Fakat bunun tam böyle olduğunu sanmıyorum veya böyle olmaması gerektiği kanısındayım. Unutulmaz yaşamlar, anlar, kişiler, eylemler vardır. Varlıklarıyla insanlıkla eş düzeyde değer taşıyanları, öyle olması gereken unutulmazları göz ardı edemeyiz, bellekten silemeyiz. Bu, eğer yeterince anlaşılmışsa, unutulmaması gereken gerçekten unutulmazsa, onu gerçekleştiren kişinin de başarısı demek olur, unutulmazın yaşatılması olur ve bütün bunların bileşkesi de zafer olur.
Bir kişiyi, bir örgütü, bir halkı değerlendirmek istiyorsak, ölçmek istiyorsak, en temel kıstaslardan birisi de geçmişine ne kadar saygı gösterdiği, geçmişinin yiğitliklerine ve unutulmazlıklarına ne kadar yaşam şansı verdiği veya onu ne kadar unuttuğudur. Çok acıdır ki, halk gerçekliğimize baktığımızda, belleksiz bir halk, hafızasını çoktan yitirmiş bir halktan söz ediliyoruz. Bu bir anlamda doğrudur.
Tarihi halklar demek; tarihini olduğu gibi yaşayan halklar demektir. Bakın Avrupa’nın gelişmiş halklarına; yaşadıkları önemli oranda kendi tarihleridir. Bir de bizim tarihimize bakalım; kişi burnunun ötesini göremeyecek kadar inkarla yüklüdür. Ve en kötüsü de bireylerine, kendisinin olmayan tarihi, onun tarihiymiş gibi mal etmektir. Bir halka kendisinin olmayan bir tarihi mal ettin mi, tarihini unutmaktan da daha kötü bir duruma düşmüş demektir. Kendi egemenlerinin tarihi ile aldatılan bir halk, belli ölçüde baskı düzeni altındadır. Buna, egemenlerin kendi tarihlerini, bilinçli olarak genel tarih haline getirmesi diyebiliriz. Ancak tamamen yabancı bir tarihi, hem de katliamla yazılmış bir tarihi, kendi öz tarihiymiş gibi yaşamak ve kabul etmek bir halk açısından, hele onun temsilcileri açısından içine girilebilecek en derin alçaklık, ihanet ve gaflet durumunu ifade eder. Bizim gerçeğimiz söz konusu olduğunda maalesef yaşamın bu olduğunu görürüz.
Somut görevimiz, partiye bilinç kazandırmak ve onun kanalıyla halka uzanmaktır. Bırakalım bir halkın tarihsizliğine çare olmak, katliam tarihinin onun tarihi olmadığını kendisine anlatmakta, en yakın etle-tırnak gibi bağlı olmamız gereken tarihi bile özümsetmekte, onun anlamını ve çıkarılması gereken sonucu belirlemekte bile zorluk çekiyoruz. Bu, katliam tarihi ile kendisini aldatmış olan halkın izdüşümünü saflarımızda yaşamak demektir. Gelişmeyen kişilik, parti tarihinde gafil kişilik böyledir.
Kişiliği yaratan en önemli öğelerden birisi; karşı koyduğu olay ve olgular zinciriyle, karşı koymayı gerçekleştirirken ortaya koyduğu bilinç ve irade gücüdür. Şüphesiz karşı koymanın gerekçeleri çok önemlidir. İnanç ister, yiğitlik ister, büyük hırs ve çaba ister. Sizler neden ölgünsünüz? Neden öfkeniz zayıf, çabanız zayıf? Bu, çok açık ki tanımını yenilmiş kişilikte buluyor ve çoğumuz da böyleyiz. Bunun ne kadar kahredici olduğunu acaba anlıyor musunuz? Buna karşılık basit bir köylü gibi tepki duymak da herhalde kabul edilebilecek bir durum değildir.
İlkel isyancılık ne demektir? Kendisine yapılana karşı tamamen yenilgiye açık bir biçimde, daha da kötü duruma düşmeye yol açacak tarzda, umutsuz bir çıkışta bulunmak demektir. Ve kendi planlı devrimciliğimiz de, onun her türlü tecridi ve örgütlü çabasından uzak günlük devrimcilik de ilkel isyancının çabasına çok benzer. Şunu bilmek durumundasınız ki, bu kişiliklerin pek yaşama hakkı yoktur. Bunların yaşamları ne tür bir yaşamdır? Tek kelimeyle değerlendirirsek; düşkünlüktür, saygı duyulmaması gereken bir yaşam tarzıdır. Bu, temel bir siyasi kuraldır da.
Yaşamanızı istemiyor muyuz? Elbette ki istiyoruz. Büyük kavga yaşam içindir. Fakat nasıl? Kelime bulmakta zorluk çekiyoruz veya ağır konuşmak pek yakışmaz. Büyük acılar bu çerçeve dahilinde daha iyi anlaşılır. Böylesi acılar yaşayanların aslında karşı koymayı mükemmel yapması, bunun için kendini oldukça hazırlaması gerekiyor. Ama fırsat bulamıyor, can alıcı olamıyor, belki de olanak ve zeminden yoksun. Ne var ki en büyük karşı koymayı gerçekleştirmekten de vazgeçmiyor. Bu tam bir trajedidir. Şok dediğimiz bir durumu yaşamaktır. Partimizde en yaygın yaşanan bir durum da budur. Durumunuz ağırlıklı olarak böyledir. Ya yenilgili bir yaşam tarzı ve mücadelecilik ya da trajediye açık bir devrimcilik!.. Bunun ikisini de kabul etmek mümkün değil, ama yaşandığı bir gerçek!
Her Yönüyle Onları Savunacak Güçte Bir Direniş Yarattım
Zindan direnişçiliğinde 14 Temmuz adımı, ölüm orucuna karar verme diye anılır. Bu karar değerlendirilmelidir. Aynı zamanda bu ciddi bir görevdir. Kararın, bir halka dayatılan en onursuz baskı ve sömürüden de öteye, bir soykırım sürecine karşı verilmesinden tutalım, tarihine, kimliğine sahip çıkış amacını taşımasına kadar, yine kişiye yönelik her türlü insanlık dışı yaklaşımlara, adını ve amacını bile inkar ettirmeye varan dayatmalara, dayanılmaz işkencelere tepkiye kadar birçok yönü göz önüne getirilebilir.
Ağır basan yanın ne olduğu tartışılabilir. Ayrıca içinde hareket ettikleri partinin o dönemdeki durumu, gücü yanında güçsüzlüğü, umudu kadar umutsuzluğu ele alınabilir. Aynı şey halk için de söylenebilir. Halkın içinde bulunduğu durumun etkileri, yine uluslararası kamuoyunun durumu, hepsi birer etken olarak böyle bir kararda nasıl bir rol oynamıştır biçiminde bir değerlendirmeye tabi tutulabilir. Ama bütün bunlar doğru değerlendirildiğinde bile bu kararın ikili yanı kendisini ortaya koyar.
Bir ölüm kararı mıdır? Bazıları buna intihar der. Kaldı ki, daha önce Mazlum’un da bir kararlılığı vardır. 21 Mart direniş kararı! Aslında “Ancak yaşamı adarsak, insanlığı, halkımızı ve kimliğini, hatta kişi olarak onurumuzu kurtarabiliriz, bunun dışında mümkün olan hiçbir biçim yoktur, bunun dışında bir eylem biçimi yoktur” denilmektedir. Büyük bir olasılıkla bu doğrudur da. Gerçekten o koşullarda başka bir biçim yoktur. Yaşamak için, onur için, bazı değerlerden vazgeçmemek için, eğer yaşamak bunlarla yaşamaksa, yapılması gereken, onun can bedelini ortaya koymaktır.
Bunu bu dönemde yüzlerce kişi yapabilir, ama o dönem için durum farklıydı. Bu eylem, hiç şüphesiz kendi koşulları içinde değerlendirilmelidir.
Zaten bir tarihsizlik egemendi, bu tarihsizliğe biraz karşı konulmuştur. Kürt olgusunu ağzına almak yasak, ama onlar onu inkar etmek istemiyorlar. Bir öncü parti adına yola çıkmışlar, onu inkar etmek istemiyorlar. Karşı taraf bunları mutlak olarak inkar edeceksin diyor. Karşı taraf derken, kastedilen sıradan bir iki jandarma veya işkenceci değil, rejimin mutlak egemenleri ve bu egemenlerin arkasındaki emperyalizmdir. Türkiye sermayesi var, Kürt hain işbirlikçileri var. Toplumu mutlak sessizliğe gömmek ve aldatılmayı onaylatmak için üzerine geliniyor. Düşmana göre, partiden geriye zorbela birkaç “artık” kurtulmuş, onları ne yapacaklarını kestirmeye çalışıyor.
Biz bu sahadayız o zaman. En yakın taraftarlar bile kendilerine sahip çıkamayacak kadar zayıf bir durumu yaşıyorlar. Hatta o günlerde içeri alınan kitlenin büyük bir çoğunluğu teslimiyete girmiş durumdadır. Gerçek bu! Bu gerçek hayli sindiricidir, iç karartıcıdır, soluk kesicidir.
Bu konularda bazıları kitap yazmıştı, çok yetersiz görüyorum. O anın çerçevesi doğru çizilmemiş, burjuva edebiyat gözlükleriyle yaklaşılmıştır. Bu da siyasi bilinç yoksunluğundan ileri gelir. Halkların çıkarı açısından tarihe doğru yaklaşmamaktan ileri gelir. Bunun düzeltilmesi gerekir. Bu nedenle gerçekleri anlatacağız biraz. Nasıl ki büyük şehitlerin anısı üzerinde bir provokasyon gerçekleştirilip direniş özünden boşaltılmak istendiyse, ucuz edebiyat da bu temelde yapılmak isteniyor. Benim özellikle o anılara karşı, bir sorumlu olarak vermek istediğim karşılık, bir direniş zemini yaratmaktır. Hiç olmazsa kimlerdi bunlar, ne yapmak istediler sorularının cevabını unutmamak için bunu başaralım diyorum.
Aslında söyleyecek söz bulamıyorum o dönem için. Varsa bir yaşamım, bu yaşamı devam ettirmekten başka bir şey yapamazdım. Çünkü onların anısının çok derin bilincindeydim. Kaldı ki her yönüyle onları savunacak güçte bir direniş yarattım. Bağımsız ve özgür koşullarda, istediği kadar söz söyleyebilen, savaşılabilen bir zemin olmadıkça, onlara sahip çıkmak sahtekarlık olmaktan öteye gitmezdi. Böyle bir dönemin, böyle bir anın kararı, demek ki sanıldığı kadar bireysel değil. Ancak bir romanla izah edilebilecek bir süreçtir ve halen bunu izah edememenin sıkıntılarını yaşıyoruz.
14 Temmuz, büyük ölüm orucu eyleminin onuncu yıldönümünü bugün yaşıyoruz. Ve bazılarımız da o dönemin zindanından buraya gelmişlerdir. Kendi kişiliğinize bakın, o anın ne kadar bilincindesiniz? Kişilikleriniz onu iyi hatırlamak ve doğru karşılamak için ne kadar hazırlıklı? Size göre kolay mıdır onları anmak, karşılığını vermek?
Bu yoldaşları; Mazlum’u, Kemal’i, Hayri’yi, Akif’i iyi tanıyorduk. Yoldaş olmayı bildikleri kesindir. Bu karar, bunun en iyi göstergelerinden birisidir. Fakat buna rağmen Hayri son sözlerinde borçlu gittiklerinden söz ediyor. Öyle fazla bir şey yaptıklarına bile emin değiller. Kemal’in benzer türden bir yaklaşımı vardır. “Bu halk savaşı başarıya ulaşacak” diyor, ama çaba yetersizliğine olan derin öfkesi de söz konusu.
Demek ki kararın en önemli bir yanı, karşı koymadan vazgeçmeme ve bunun can bedelini ödeme oluyor. Olumlu yanı budur ve gereken de budur. Diğer ve daha çok da olumsuz diye niteleyebileceğimiz, yalnız onlara mal edilemeyecek olan yönü de, büyük bir yetmezliğin sonucu olmasıdır. Ülke halkı zayıf ve faşistler buradan cesaret alıyor. Uluslararası kamuoyu zayıf, parti zayıf, zindan kitlesi zayıf, direniş biçimleri o gün için çok çok zayıf. İnsanlar kendilerini bu biçimde adamamalıydı bizce. Bu, zayıflıkların kefareti oluyor. İşte görmek gerekir dediğimiz, yetersiz dediğimiz ve yalnız onlara bağlanmayacak olan yön budur.
Onlar bunu, canlarını, kendilerini ortaya koyarak ödemeye çalışır ve yine de kendilerini borçlu ilan ederken, bunun giderilmesi gerektiğini de böylece kanıtlamış oluyorlar. “Biz böyle gittik, ama gereken tamamlanmalı” diyorlar. Kararın diğer yönü budur. Bu yetersizliği kim kapatacak? Aksi halde bu bir intihar olur ve devrimciler de intihar etmezler. Yetersizlik giderilemezse bu gidişler intihar olacak, buna gereken karşılığı vermek de kalanların işi oluyor, kalanların namusluluk meselesi oluyor.
Şehitlerimiz, bu direnişleriyle bizi de böyle ağır bir yükün altına soktular. Bu, bir nevi bize de tepkidir. Bir halk, bir örgüt ve insanlık, bizi böyle dayanılmaz koşullar içinde zayıf bırakmışsa, biz de böyle bir protestoyla buna karşılık veririz demişlerdir eylemleriyle. Kalanlara bir diğer mesaj veya mesajın bir diğer yönü de bu oluyor.
Bu mesajdan, bu hatırlatmadan çıkan sonuç; bıraktıklarını tamamlamaktır. Peki neyi tamamlayacağız? Bu dayanılmaz koşullardaki yaşamı yaşanılır hale getirin, faşist baskıya karşı koyun, azaltın veya ortadan kaldırın demektir. Bilgisizlik var, giderin demektir. Parti zayıf, güçlendirin demektir. Faşizmin tek yönlü, korkusuz yürüyüşünü durdurun demektir. İşte çıkarılacak önemli sonuçlar bunlardır.
Unutulmazlar Unutulursa, En Büyük Alçaklık Yapılmış Olur
Şehitleri anmaya evet, ama doğru anmaya!..
Başta da belirttiğimiz gibi, eğer unutulmazlar unutulursa, en büyük alçaklık yapılmış olur. Ama unutulmazsa, o zaman en temel görev, unutulmazlığın yaşandığı anın yüklediği görevleri yerine getirmek, büyük zaafı ortadan kaldırmaktır. Biz bunu daha o dönem anladık. Ağlamakla, düşünmekle anılamaz bu değerler. Derin bir zayıflığın kurbanıdırlar. O halde, örgüt güçlenecek, savaş gelişecek ve halk, devrime gelecektir. Aldığımız talimat buydu. Ve on yıldır yapılanlar belli. Birçok dönüm noktalarından bahsedilebilir. Hareket açısından olduğu kadar, yine halk tarihi açısından olduğu kadar, bizim hareket açısından da bu böyledir. Belki de böylesine bir dönemeç noktası olmasaydı, bugün bu hareket böyle olmazdı. Ama eğer bugün bu tarih var deniliyorsa, bir örgüt buna sorumlulukla cevap vermiştir deniliyorsa, bunu da iyi anlamak gerekir.
Tarihsizlik, nasıl tarih yapıldı? Kimliksizlik, nasıl kimlik yapıldı? Bu dönemeç noktasının koşulları neydi? Bütün yönleriyle gerçeği nedir? O koşullarda, özellikle ulusal imha tutturulmak, kesinleştirilmek isteniyordu. Bir iki kişi direnerek bu koşullarda belirleyici oluyor, kabul edemeyiz diyor. Diğeri ise, öldürerek kabul ettiririm diyor. Oranın celladı vardı. Esat Oktay Yıldıran. O, bir düzen kılıcıdır, celladıdır. Bunu iyi anlamak gerekir. Bir subay olmaktan çok öte bir konumdaydı ve bunu iyi görmek gerekir. Onu da tarihi, ulusal, sınıfsal boyutu içinde görmek gerekiyor. Ama ne yazık ki, yalnız bireysel özelliklerle tasvir edilmeye çalışılıyor, o da yetersiz kalıyor. Onun şahsında düzenin yargılanması çok önemlidir.
Bir yerde direnmekten başka, canımızı ortaya koymaktan başka bir çözüm kalmamıştır deniliyorsa, bu, çok tehlikeli bir durumun varlığını gösterir. Direnişin önderleri eğer bir yerde intiharvari bir direnişi seçmişlerse, orada iyi düşünmek gerekir. Bir dönemeç noktasıdır, fakat ölüme gidiliyor. Halk adına önderlik yapması gerekenler şehit düşüyor. Geriye kalanlar, belki onların köprü teşkil eden cesaretlerinin üzerine basarak ileri bir adımla yola çıkacaklar. Büyük imhanın, yok etmenin karanlığından aydınlığa doğru bir köprü oldu onların cenazeleri, kurumuş vücutları… Ve bu, biz oluyoruz aynı zamanda.
Birileri öyle gider, diğerleri de biraz ağlar, sızlar, ondan sonra unutur giderse bu olmaz! Bu duruma düşüldüğünde, söylediğimiz gibi tarihin gafili, tarihin haini ortaya çıkar. İstediğiniz kadar süslü sözcüklerle durumu örtbas etmeye çalışın, doğru bir anma değildir bu. Onlar öyle giderken, bizim de soluk alışlarımızın çok sınırlandırıldığını biliyoruz. Tek şans olarak, özgür koşullarda savaş imkanı vardır elimizde. Onlar öyle savaştılar, biz ise daha değişik savaşabilecektik. Bunu değerlendirmek kalıyordu geriye.
On yılda neler yapıldı? Onun tarihçesini ortaya koyacak durumda değilim şimdi. Hiç şüphesiz, dönüp baktığımızda görüyoruz ki, yüzyılların baş aşağı gidişini, düşüşünü, ihanet ve gafletin derinliğine gelişimini, biz bu on yılda tersine çevirdik. Böyle değerlendirilebilir. Bu direniş kararlığı, tarihi bu temelde doğrultmaya büyük bir karar veriş anlamına gelir. Karar, bilindiği gibi uygulamanın kendisi değildir. Bu anlamda bu on yıl bir uygulamadır.
On yıl önce bu sahada, bu kararın uygulanma çareleri üzerinde çok düşünüyorduk. Bir konferans düzenlemiştik, artık bir kongre düzenliyorduk. Ülkeye ufak-tefek birkaç adım atmaya çalışıyorduk. Belki de zindan duvarından daha sert duvarlardan sızıp içeri girmek istiyorduk. Bir silah için, küçük bir grubun yürek savaşını kazanmak için çabalar müthişti. Ve çok iyi biliyorduk ki, bunu başaramazsak söylenecek her şey boştu. Ülkeyi faşizme tamamen terk etmiş olacaktık. Bütün bir halk göçe zorlanıyordu.
Tarih birçok halkı bu temelde bitirirken, Kürt halkı için de en tehlikeli bir dönemi başlattı. Hatırlıyorum, en yakınımızdakiler bile taş gibi ağır yaşıyorlardı. Ölürüz de yapamayız dercesine ilgi zayıftı, çalışma çok zayıftı. Ve sıra hafif şeylere geldi mi, yaşamın ucuz yönlerine geldi mi bir kanser mikrobu gibi yayılma, yaşama eğilimi görülüyordu. Yani büyük çaresizleri mi oynayacaktık, yoksa yurtdışının bu dayanılmaz koşullarında biraz başaran direnişçiyi mi oynayacaktık? Sorun buydu. Parti içinde veya adı parti olsa da, aslında bir hastalar yığını olan yapı içinde oyunu direniş lehine başarıya götürmeye çalışıyorduk.
Bugün de pratiğimiz biraz yarı tiyatroya benziyor, bir oyuna benziyor. Gerçek olabilmesi için biraz da insanların gerçek haline gelmesi gerekiyor. İnsanlar, ele aldığımız insanlar, bize gelen insanlar, eğer en derin gaflet uykusundan yeni yeni uyanıyorlarsa, düşmana mı, yoksa kendilerine mi çalıştıkları bile henüz netleşmemişse, biz buna oyun da diyemeyiz. Ancak karanlıkta korkulukların gelişi diyebiliriz. Korkuluktur bize gelenler. Gerçek devrimci, değer yüklü gerçek militanlar nerede? Gelen kendini yere atıyor. Ufak bir şey hatırlatırsan sıkıntıya boğuluyor, ülkeye adım attığında ikinci gün devriliyor. Bir teoriye bakıyorum, bir de pratiğe bakıyorum; yüz seksen derece terslik görülüyor. Bu nasıl gelişiyor diye, izah etmekte zorluk çekiyorum.
Bu anlamda hiç olmazsa oyunu sona erdirmemek, oyunun sonunu hiç olmazsa gerçekle bütünleştirmek için bütün aktörlük hünerlerini konuşturdum. Oynanan aslında tek kişilik oyun oldu biraz, bir monolog oldu ve halen de öyle. On yıl -ki, daha öncesinde de bir on yıl var- bir oyun oynanabilir mi? Oynanıyor. Çünkü dramın boyutları dehşetli ve çok yıllar ister, ancak yıllarca oynanabilir. Gafili uyandırmak, haini biraz kendine getirmek kolay değil.
Eğer bu olgular tarih kadar eski bir zeminden kaynaklanıyorsa, yapılanı mutlaka iyi anlamak gerekiyor. Gelenler bir korkuluk olmaktan ötede değillerse, bu oyunu doğru dürüst seyretme gücünde bile değillerse, seyirci olmaktan öteye ne kadar ilgi duyabilirler? Seyretmeyi bile sağlam sonuçlandıramıyorlarsa, artık akla neyi seçiyorsan seç, biz kendimiz sonuca götürmeye çalışacağız.
Büyük anılar var; mutlaka karşılık vermeyi gerektiriyor. Karşılık vermesi gerekenlere çağrılar var. Halkımız korkusunu iliklerine kadar yaşıyor. Sözümona onun adına yola çıkanlar var, ama kaçıştan başka bir şey düşünemiyorlar. O büyük zayıflığı gidereceksin ve anıya karşılık vereceksin! İşte burada eylemden ziyade, biraz da söylemin gücü büyük önem taşıyor. Benim bu yıllarda en çok başvurduğum silah hitap oldu ve ardından çözümlemelerle işi idare etmek zorunda kaldık. Bu dönemin silahı ancak böyle kuşanılabilirdi. Şimdi biraz daha talimatlarla, perspektiflerle işi yürütmeye çalışıyorum. Bu, son zamanların bir gelişmesidir. Daha öncesi bin dereden su getirip iknayı geliştirmekti.
Sonuçları biliyoruz: Biraz planlamalar gelişti, ülkelerine adım attılar, ilk kurşunu patlattılar, ama kolay düştüler. Ne var ki düşme yürekliliğini göstermeleri de küçümsenemez. Birkaç yıl kurtuldu böylece. 1982’nin anısına bir kongre düzenlenmesi söz konusu oldu. Bu bir dönüş kararıydı. 1983, dönüşü hızlandırma ve eylem başlatma yılıydı. 1984 de, adına 15 Ağustos Atılımı denilen bir sürece girme oldu. 1985 yılı, 15 Ağustos Atılımı’nın sonuçlarını yenilgiye götürmeme, 1986 ise, bunun tedbirlerini bir kongrede alma yılıydı. 1987, direnişi daha da sürdürme, silahlı mücadeleyi güçlendirmekti. 1988, kendini ısrarla dayatan iç ve dış engellere karşı koyup silahlı mücadeleyi bir adım daha öteye, silahlı propagandadan gerillaya ulaştırmaktı. 1990, biraz gerillaya benzer bir durumu yaşatmaktı. Artık biraz da halkı ayağa kaldırarak kesintisiz ve yenilgisiz hale getirmekti. 1991, bir anlamda halkın da köklü bir taban teşkil ettiği bir gerillayı kalıcı kılmaktı. 1992, biraz daha nitelikli ve istikrarlı halk cephesini ve gerilla cephesini oturtmaktı.
Bu yıllar, küçümsenmemesi gereken ve her birisi büyük irade isteyen, büyük çaba isteyen kazanım yılları olarak değerlendirilebilir. İnsanlar hesap vermesini bilmelidir. Yıllara hesap vermesini bilmelidir. Bunu özellikle kendi vicdanına karşı başarmalıdır. Hesap verme lafla olmuyor. Başarıdan başka hiçbir biçim kabul görmüyor. Aksi halde hepsi borçlu yazılır. Her yıl borç hanesini artırma, sonuçta iflasa götürür. Çok kolay düşüyorsunuz, bu bir iflastır; bir kazandırmadan on kaybettiriyorsunuz. Ölseniz ne çare?
Hayri’nin üzüntüsü; yapılmayan, yerine getirilmeyen görevlerin üzüntüsüdür. O koşullarda onlara yüklenemezdik, çünkü zindan koşulları bellidir. Peki kalanların durumuna ne diyeceksiniz, kendinize ne diyeceksiniz? Bu konuyu çok vurguladık, sizi çok eleştirdik. Özgür koşullarda, her türlü direnme silahı elindeyken, borçlu ölmeyen kaç kişi var? Bunun hesabını vereceksiniz. Bu, bizim için düşmanla hesaplaşmaktan daha zorunlu bir hesaplaşmadır.
PKK’lileşmek, PKK tarzıyla savaşmak o kadar kolay değil ve çoğunuza biz bu onuru bahşedemeyiz. Eğer bu büyük direniş şehitlerinin anısına vereceğimiz en yerinde bir karşılık varsa, o da borçlu ölmemektir. Hayri, “Ben borçlu gidiyorum” diyordu. Onun ardından yürüyenler, “bizler borçlu ölmeyeceğiz” demeliler. Doğrusu budur. Onun borçlu ölmesini ben anlayışla karşılar ve anlarım da. Fakat bunun dışında hiç birisinin, hele elinde özgürlük silahı olup da her türlü direnme imkanına sahipken, çok kötü gideni, mezarında da olsa iyi anmayacağımı belirttim. Büyük eksiklikler, yetersizlikler içinde gideni anmak için fazla güç bulamıyorum. O halde, en önemli sonuçlardan birisi, kolay ölmemeyi bilmektir, borçlu ölmemeyi bilmektir. Yaşamı bu temelde mutlak başarı temelinde örgütleyebilmekten başka sonuç çıkaramazsınız.
Beni görüyorsunuz; bu anılara bağlı kalmak için adeta boğazımı yırtıyorum, sesim zor çıkıyor. Bir monologla buraya kadar getirdim. Peki size ne oluyor? Çenenize bile kıyamıyorsunuz. Ben hepinize silahlanma ve her türlü mücadele yöntemiyle savaşma imkanı verdim. Bu imkanlarla mücadele etmeye tenezzül bile etmiyorsunuz. O zaman kendimizi biraz iyi yargılayalım, muhasebeyi doğru yapalım. Bunu yapamazsak ne olur? Oyunun kötü figüranları olmaktan; başarısızlarını, güçsüzlerini oynamaktan öteye gidemeyiz. Bu, hiç de anılara bağlı kalmanın bir biçimi olamaz. Bu, aynı zamanda bir halkın tarihi haline getirilmesi gereken, bir partinin tarihi haline getirilmesi gereken tarihe de verilen en kötü karşılık olur.
Borçlu gidebilmek meselesi söz konusu oldu mu, böyle bir tarih yazıcılığı söz konusu olamaz. Bunun kabul edilmesi imkansız! Çok eleştirmemiz bu nedenledir. Anlayışla karşılamak bir tarafa, gereklerinin hepimizce mutlak yerine getirilmesi gerekiyordu. Ben de başlarda bu kadar derin ve tempolu değildim. Fakat baktım ki anılar dayatıcıdır. O halde ar damarımızı çatlatmak istemiyorsak koşacağız, çare olacağız. Bu savaşı imkan dahiline sokabilmek için, başımızı yerden yere, duvardan duvara vurma pahasına da olsa bir şeyler çıkaracağız. Beyinde veya canda ne bitiyorsa harekete geçirip buna yükleneceğiz. Nitekim, yaşamın diğer bütün belirtilerini adeta dondurarak yüklendik, var mı tarihsizliğe karşı başka türlü mücadele biçimi?
Birçoklarınız bu saflardasınız ama adeta boğulması gereken konumdasınız. Bir canınızı ortaya atmışsınız. Küçük burjuva satıcı tarzıyla, ben bu kadarını satarım, karşılığında bu kadarını da PKK’den isterim diyorsunuz. Gidin bunu başka yerde satın. Burada canlar böyle satılmaz ve karşılığında da böyle yaşanmaz. Bundan kendiniz için sonuç çıkaracaksınız. Bizler canları savaşa böyle yatırmıyoruz. Anlayışlı olun. Sizin basit yaşamlarınıza ben ne diye işlerlik kazandıracağım? Büyük dikkati, duyarlılığı kazanmak için, iğne ucu kadar fırsatın değerlendirilmesinin ürünü olan, en basit bir ilişkiye karşı duyarlılığı son haddine kadar geliştirerek sağlanan bu gelişmeleri neden sizin bu büyük duyarsızlığınıza terk edeyim?
Fırsatı yakalama yok, kendini koruma bile yok; burada bu tarzda ölmek suçtur. Senin cenazeni bile kaldırmak yüktür. Bu kadar cenazeyi kaldıramıyoruz. Düşman çukurlara atıyor. Bu da bir trajedi değil mi? Bu da diğer bir zayıf yönümüz değil mi? Kasaplar Deresi gibi birçok dereyi doldurmuşlar. Hangi cesetlerle ve nasıl dolduruluyor? Eğer gerillamız bu görkemli dağları biraz güç merkezi yapabilseydi, ölüme de doğru tarzda yürüyebilseydi, biz derelere böyle atılmazdık.
Burası benim direniş merkezim. Bir elin parmak sayısını geçmeyecek kadar şehit verdik ve anıları da yüce tutulmuştur. Bir direnişçi, bütün mevzilerinde de kendi konumunu doğru geliştirmesini bilmek zorundadır. Şunu demeye getiriyorum; 14 Temmuz direnişçilerinin anısı oldukça borçlu ve iflas etmiş intiharlarla anılamaz. Bu tarzda karşılık verilemez. Bu sonucu mutlaka çıkaracaksınız. Aksi halde, PKK’de işiniz yok, bu şehitlerin anısını anmaya hakkınız yok. 14 Temmuz direnişinden parti için çıkarılacak en önemli bir sonuç da budur.
Kendinizi çoktan yapmış olacaksınız. Hazırlığınız çoktan bitmiş olacak. Gittiğiniz yerde propaganda gücünüz, örgüt gücünüz, eylem gücünüz nasıl? Gelen raporlara bakıyoruz, faaliyete gidenler zenginlerin evlerini tercih ediyorlar. Gerilla birliği günün bilmem kaçta kaçını yemekle geçiriyor. Bir PKK’li böyle olmaz. Bunu bırakacaksınız. Bütün sahalardaki görevliler, bizim adımıza bunu yapamaz. Parti safları ikna saflarıdır. Fakat en azından karşıdaki de terbiyeli olmayı bilmelidir.
Gençsiniz, yükünüz benden daha fazla ağır değildir. Dünya üzerimize çalışıyor. ABD’nin, Almanya’nın ve diğer birçok ülkenin istihbarat örgütlerinin hareketlerimizi günlük olarak izlediği açığa çıkmıştır. MİT Müsteşarı, “APO’nun şu anda nerede olduğunu biliyorum, ama ne yaptığını anlayamıyorum” diyor. En son demeç budur. Düşmanın bu kadar büyük takibi altındayız ve neyi, nasıl yaptığımız bile onlar için büyük bir merak konusu. Peki siz nasıl yaşıyorsunuz? Nasıl yaşadınız? Propaganda gücünüze bakın, örgüt gücünüze bakın, eylem gücünüze bakın, bize layık mısınız? Değilseniz, ben neden sizi idare edeceğim? Ekmek kapısı başka yerde de var. Orada rahatça geçinirsiniz. Burası ateş sahası, burası tek yürek yeridir, ondan daha fazla da düşünce yoğunluğu, irade yoğunluğunun olduğu yerdir. Ben bunları ısrarla bu kadar söylerken, siz kendinizi bu kadar yaşayacaksınız. Bunu yapmayın. Zorlama yoktur örgütlerde. Fakat iknayı doğru anlamak gerekir.
Şehitlerin anısına bu hareketi böyle düzenle diye kimse beni zorlamadı. Ama ben onların amaçlarına geçerlilik kazandırmak için her şeyimi ortaya koydum. Kimse beni bu yönde baskı altına almadığı gibi, tam tersini yaptılar. En dost bildiklerimizden, adı komüniste çıkmış olanlardan tutalım, yine adı Kürtçüye çıkmış olanlara kadar, beni bu işten vazgeçirmek için en akla gelmedik komplo biçimlerinden, her türlü etkisizleştirme biçimlerine kadar kullandılar. Dostlar bile vazgeçirmek istiyordu. Bırakalım dostları, parti içindekiler dahi, ölüme geliriz de bu biçimde direnişe gelemeyiz dediler. Ya kötü bir intihar, ya kaçış… O da bir şey kurtarmıyor.
Eylemleriniz intihara çok yakın tarzda yapılıyor. Oysa 14 Temmuz direnişçilerinin eylemi, bir intihar eylemi değil; en büyük ve mutlak verilmesi gereken bir savaş biçimidir. 14 Temmuz ölüm orucu ve bu savaş biçimi artık rolünü oynamıştır. Geriye kalanlara tam tersi bir eylem biçimi gereklidir. Borçlu gitmemenin, başarılı olabilmenin, hesabı tam verebilmenin, bütün örgütsel tedbirleri, söz tedbirleri, eylem tedbirleri alınır ve öyle gidilir artık. Sonuç budur ve bizim önderlik ettiğimiz PKK’lileşme de budur.
Bu geçen on yılda bu konudaki çabalarımızın maalesef sınırlı sonuç verdiğini belirtelim. Bu, daha çok da sizin inat duvarlarınıza çarptığından ötürü böyle oldu. Yani halen karşımızdaki baskı çok serttir, özel savaş sistemlidir. Ama bunun karşısında, bundan fazla ilerleme olmaz diyen tutumu, en tehlikeli tutumlardan birisi olarak görüyorum. Tersi söz konusudur. Böyle özel savaşlara karşı yapılması gereken, en kapsamlı devrimciliğe soyunmaktır. Bunun özellikle kişilik yapısını hazırlamaktan tutalım, taktik süreçleri, olanak ve birikimini nefes nefese hazırladığıma ve hele de yakaladığım fırsatları doğru karşılık verme temelinde oldukça değerlendirebildiğime kesin eminim. Yapılan biraz da budur. Başka türlü bu dönemleri karşılamak da, kurtarmak da imkansızdır.
Biz, Türkiye devrimcilerine bir eleştiri yöneltirken şunu söyledik: Kötü bir tasfiyecilik yaşandı. Direniş değerleri tasfiye edildi, sahipsiz bırakıldı. Bazı örgüt adlarını verdim. Bir halka yapılabilecek en büyük kötülüklerden birisi de budur dedim. Bunun yanı sıra, PKK direnişçiliği, zafer kazanan Türkiye direnişçiliğidir de aynı zamanda. 14 Temmuz direnişçiliği Türkiye’ye yansımıştır. Ardı sıra 15 Ağustos Atılımı ile idamlar durduruldu. Unutmayalım ki, bu iki eylem olmasaydı, darağaçlarında insanlar sallandırılmaya devam edecekti. İdamlar ne zaman durduruldu? 15 Ağustos Atılımı sonrasında durduruldu. Yoksa karar karardı ve uygulanacaktı. İki yüze yakın PKK’li ile birlikte, Türkiye’nin diğer güçlerinden de birçok kişi idam edileceklerdi.
Tasfiyeciliği kabul edenler, aslında 12 Eylül faşizminin hükmünü icra etmesine yardımcı oldular. Buna karşı gelenler ise, faşizmin amaçlarının boşa çıkarılması ve direnişin az çok devam etmesi imkanını hazırladılar. Kendi emeğine saygılı olanlar, kendi direnişçi yaşamına saygılı olanlar için bu çok büyük anlam taşır. Bunun değerini bilin.
Eğer gerçekten partileşmek istiyorsanız; bir yeniden doğuşla karşı karşıya olduğunuzu görmelisiniz. Eğer tarihi iki döneme ayırırsak, biri bundan önceki dönem, diğeri bundan sonraki dönemdir. Sizler bundan sonraki tarihin içinde yer almak istiyorsanız, direnişin anlam ve önemini iliklerinize kadar yaşayıp bu temelde bir doğuşu gerçekleştirerek yaşanabileceğini unutamazsınız, bunu göz ardı edemezsiniz. Partileşme açısından çıkarılacak bir sonuç, yeniden özgürlük tarihi olabilmek, özgürlük tarihinden vazgeçmemek ve onun yenilmez militanı olmaktır. PKK biraz bunu ispatlamaya çalıştı. Tüm gücümüzle bunun sorumluluğunu üstlendik.
Bugün tam istediğimiz gibi olmasa da, buna hatırı sayılır bir başarıyla karşılık verilmiştir. Bu on yılda yapılanlarla, tam istediğimiz gibi olmasa da, yine de bizi kendimize karşı saygısız kılmayacak, aksine umutlu kılacak, hiç olmazsa bundan sonrasının başarı imkanlarını daha da artıracak bir gidişatın yakalandığı vurgulanabilir. Partileşmeye kesin adım atılmıştır. Bu şehit yoldaşlar, “Biz partimizin adını inkar etmeyiz” dediler. Ama biz de “ancak saygı duyulacak partiyi yaratırsak anınıza karşılık veririz” dedik ve bu biraz başarıldı. Partinin adı uğruna büyük eylem düzenlemek ne kadar önemliyse, onu somutlaştırmak da bir o kadar önemlidir. Böyle karşılık verilmeye çalışıldı.
Gerillanın Sürdürülebilmesi, Silahın Dayandığı Siyasetin Göz Önünde Bulundurulmasına Bağlıdır
Halkımız, düşmanın zordan başka hiçbir yönteme esas rolü vermeyeceğinin, esas aldığı yöntemin görülmemiş bir terör olduğunun bilincinde olarak, ona karşı kendini korumak için şiddete başvurma zorunluluğu duydu. Bu temelde korkusunu yenip biraz harekete geçti. Evlatlarının, artık düşkünlükten ayrı bir yaşama ve savaşa gidebileceğini gösterdi. Bu, önce halka çok ağır geldi. Sonra giderek benimsedi ve şimdi de bir görev olarak biliyor. Gerilla da, giderek Kürdistan halkının yaşamına giren temel bir olgudur. Onun en gözde savaşçı öğelerinin birleştiği yiğitler cephesidir. Partinin de çabalarının merkezinde yer verdiği bir savaş biçimidir ve bu savaş biçimi tutmuştur.
Bugün Kürdistan’da bu savaş biçiminin tutmuş olması çok büyük bir olaydır. Kürdistan’da gerillayı böyle tutturmak zafer kadar önemlidir. Kemal Pir’in bu konudaki bir değerlendirmesine de işlerlik kazandırılmıştır. O, direniş gücünü gösterirken “Bu hareket halk savaşını vererek kurtuluşa gidecektir. On yılda da olur, yirmi yılda da” diyordu. “Yirmi yılda kurtuluş” sözü, şimdi gerçekleşeceğe benziyor. On yılda gerçekleşen de az değil. On yılda onun yarı yarıya kısmı gerçekleşti diyebiliriz. Kürdistan’da oturan gerilla, kesintisiz ve giderek büyüyen bir gerillaya dönüşmüş, zaferin en temel güvencesini sağlamıştır diyebiliriz. Gerisi bir büyütme sorunudur, bir örgütlenme ve komuta sorunudur. Amansız olarak bunu gerçekleştirme çabasındayız.
Biz, bir iki silah patlatmanın ne kadar ağır bir sorumluluk olduğunu biliyoruz. Silah patlatmaktan bin defa daha ağır olanı, onun sorumluluğunu üstlenmektir. Bu da şu demektir; tek bir kişinin patlattığı silahın karşısındaki ordu, dünyanın en sayılı ordularından birisidir. Bir jandarmasını vurduğunda, tüm hışmıyla üzerine gelir. Peki bu durumda sen onu nasıl karşılayacaksın? Bunun için, silahlı savaşı sürdürmek için tüm gücü seferber etmelisiniz.
Düşmanın gücü küçümsenemez, bu güç acımasızdır ve tarihte böyle ne kadar direnişçi çıkmışsa, ona iki aydan fazla bir ömür biçmemiştir. TC tarihindeki bütün irili ufaklı isyanlara bir seferle karşılık vermiştir. En çağdaş devrimcilerin direnişlerine bir iki operasyonla ezici darbeler indirebilmiştir. Ve direnişe kalktığımız zaman, en zayıf dönemimizdeydik; o ise, arkasına bütün dünyayı almıştı. Bu bir gerçektir! Bunun için de sürekli büyüyen bir silahlı mücadele yürütülmüş, kıyamet kadar çaba harcanmıştır. Bunun tarihini mutlaka doğru bilmelisiniz.
Herhangi bir değerlendirmeyle bu konuya yaklaşılamaz. İlk silahın elde edilmesinden tutalım onu taşıma sorumluluğuna, onun ülkeye aktarılmasından tutalım onu kullanacak yüreğin oluşturulmasına ve bu insanı huduttan öteye taşırmaya kadar her birisi bir kitaba konu olabilir. Onun için nefes nefese yaşamak, yani olağanüstü çalışma kapasitesi göstermek gerekiyordu. Eğer yaşam için tek çıkış yolu bunun başarılmasından geçer deniliyorsa, onun yüreğini göstereceksiniz. Nitekim yapılan da odur. Sonuç, kesintisiz büyüyen bir silahlı mücadeleye gerçeklik kazandırmadır.
Sizler bugün silahı elinize ucuzca alıp düşmana doğru dürüst bir darbe bile vurmadan, kendinizle birlikte onu da düşmana teslim etmekle, bu sürece layık olduğunuzu söyleyemezsiniz. En ağır silahları bile hiç sıkmadan düşmana kaptıranlar var. Düşmana doğru dürüst bir darbe vurmadan silahıyla birlikte sırtüstü gidenler var. Bu bizim savaşçılığımızla bağdaşmaz! Söylüyorum size, bu silahı böyle alamazsınız! Bir küçük burjuva gibi canınızı pazarlamayın! Böyle savaşmanızı istemiyorum. Eğer böyle kullanacaksanız bırakın silahlarınızı. O silahlara layık olmak için, o silahların nasıl elde edildiğini, hangi siyasi çalışmanın, hangi ürün veren dönemin içinden geçilerek elde edildiğini bileceksiniz. Silahın dayanması gereken siyaseti bileceksiniz.
Bu konuda dürüst olacaksınız, bilinçli olacaksınız. Tüm ağırlığını bilerek silahı elinize alacaksınız. Böyle yapın diyoruz. Bu sürece ikiyüzlü küçük burjuvalar gibi yaklaşmayın. Böyle yaklaşırsanız, sonuçta canınız gidiyor. Biz bu silahları böyle ucuz kazanmıyoruz. Bu süreci sandığınız gibi buraya kadar kolay getirmedik. 12 Eylül faşizmi sizi düşürdü veya Kürt geriliği hayvanlardan da öteye duyarsızlaştırdı. Bunu anladık, fakat burası PKK sahasıdır, çok büyük yiğitliklerin sergilendiği, onların bileşkesi olan bir alandır. Bunu iyi bilince çıkaracaksınız.
Geçmiştekiler zayıftılar, istedikleri gibi savaşamadılar, fakat kötü de ölmediler. Kalan bizlersek, hiç olmazsa gerisini tamamlayalım. Böyle bir görevimiz yok mudur? Silahı doğru tutma görevi, gerillaya doğru yaklaşma görevi nasıl görmezlikten gelindi? Örgütümüz büyük imkanlara sahip, ama bir de yirmi yıllık nefes nefese yaşamanın ne olduğunu bana sorun. Sen bugün eline silah aldığına bakma; daha dün bırak eline silah almayı, jandarmaya, polise yaranmaktan başka bir şey düşünmediğini biliyorum. Oysa bugün düzene kafa tutuyorsun, hem de silahlı eylemle. Bunun tarihçesine iyi bak ki layık olasın! Kalkmış, “ben de silah istiyorum, ben de silahşorum” diyorsun. Peki nasıl silahşorsun? Tarihten haberin yok, silahın siyasetinden haberin yok, hedefinden haberin yok. Bir de savaşmak istiyorsun. Sonra da ikinci gün başa bela oluyorsun. Böyle yaklaşmayın! PKK’de silahlı savaşım çok ciddi ve kelimelerle izahı çok güç bir iştir.
O halde, 14 Temmuz direnişçilerin anılarına verilecek en iyi karşılık; silahlı savaşıma doğru yaklaşımı göstermektir. Bizim çabalarımıza ne kadar layıksınız demiyorum, ama bu halkın müthiş desteği ve yardımı var, bütün yoksulluğuna rağmen, artık bu sürece yarı yarıya hizmet edenler var. Peki bütün bunları göz önüne getirmeden, siz nasıl savaşıyorum diyebilirsiniz? Bakıyoruz, günde beş gerilla devriliyor. Oysa beş kişilik bir gerilla birimi, bir bölgede hiç değilse beş yüz kişilik bir düşman gücünün varlığını sona erdirmeden ölmeyi aklına bile getirmemelidir. Bunu biraz düşüneceksiniz. Gerilla tarihine bakın; eğer çok büyük talihsizlikler olmazsa, beş-on kişilik bir gerilla birimi, düşmanın bir yanından girer, diğer yanından çıkar. Onun alaylarına varıncaya kadar hedefleyebilir.
Gerilla, başaran bir kuvvet demektir. Ona bu temelde yaklaşacaksınız. Şöyle bir sorunla karşı karşıyayız: Sadece geri yaşamın ve kültürsüzlüğün değil, tarihsizliğin, hatta toplum olmamanın bütün özelliklerini üzerinde taşımış olanlar, bunun sonuçlarını bize çok kötü ödettiriyorlar. Ben bunlarla uğraşmak istiyorum ve onları doğru tarza getirmek için çabada asla sınır tanımam. Ama biraz gerçekleri bilenler gayrete gelse, çok şey verebilecek olanlar var, onlar da seyretmekten başka bir rolü yakıştırmıyorlar kendilerine. Bu doğru değil. Ülkedeki karargahlara her gün buradan yoğun bir şekilde yöneliyorum. Yaptığınız, yaşadığınız doğru değil, uyguladığınız ordulaşma olmuyor. Gerilla ordusu böyle gelişmiyor.
Halen bütün gelişmelere yol açan biz oluyoruz. En geri klan toplumunu dahi ölçü alanlar, taş çatlasa on yılda ordulaşmaya gitmişlerdir. Derme çatma silahlar ve beş-on kişiyle dağa çıkabilenler, bir iki yılda sonuç aldılar, hiç olmazsa ordu kurdular. Siz ise kendi biriminizi bile eğitemiyorsunuz. Basit Kürt kişiliğinin sen-ben kavgasını yürütüyorsunuz. Bundan daha ileri bir kavgacılık bilmiyorsunuz. Bu, çok büyük bir gerilik ve utanç verici bir durumdur. Bunu aşacağız. Gerilladan vazgeçilemez. Ondan vazgeçildiğinde her şey biter, ne parti kalır geriye ne de serhıldan. Ama gerillanın sürebilmesi de, silahın dayandığı siyasetin göz önünde bulundurulmasına bağlıdır.
Güçlü siyasete dayanmayan direnmelerin ne duruma getirildiğini biliyoruz. Bu tür direnmelerin sonu, 1925’lerden 1975’lere kadar yaşandığı gibi, düşman tarafından bir günde teslim alınmadır. Gerilla ise, buna meydan vermeyen bir savaş biçimidir. Başarının en temel öğesidir, ancak gerekenler yapılırsa bu rolünü oynar.
Büyük eleştiriler yapıldı. Aynı zamanda doğru da gösterildi. Yine geniş olanaklar oluşturuldu. Bunlar halen sahibini bekliyor. Partileşmenin kendisi de öyle, serhıldan da öyledir. Ama en tehlikelisi silahlı savaşımdır. Eksiklikler giderilemezse, alanlar gereği kadar işletilemezse, hiç kimse sizleri koruyamaz. Karşınızdaki militarist güç hiç de küçümsenecek bir güç değildir.
Askeri elbise giyiyorsunuz, son zamanlarda ülkeye de gidiyorsunuz. Ama düğüne bile öyle gidilmez. PKK’nin direniş değerlerini, pratik değerlerini özümsemek zorundasınız. Anladık, 12 Eylül sizi şöyle yaptı, böyle yaptı, gerici tarih, tarihsizlik sizi şöyle yaptı. Ama size bir değer verdik. PKK’nin yoğunlaşan ifadesi de artık bir anlama geliyor. Öyleyse bir anıya, bir tarihi dönüm noktasına karşılık vermek, kendini bu temelde katmakla mümkündür.
Gerilla hiç şüphesiz bütün iç ve dış engellemelere rağmen ülkenin her alanında oturtuluyor. 2000 yılına kadar da biraz daha sorumluluklarına sahip çıkarsa ve anormal gelişmeler olmazsa sürecek. Zafer için bütün desteği verme, kural belirleme gerçekleştirilmiştir. Olanaklar biriktirilmiştir. Kullanılması için doğru bir komuta tarzı, düzenleme ve yürütme gerekiyor. Bu da sizin işinizdir. Kendi işinizi başkalarına yüklemeyin. Bu çok kötü bir küçük burjuva kurnazlığı olur, şehitlere ucuz dayanarak yaşamak olur, büyük direnişçilere ucuz dayanarak yaşamak olur ki, bu da kabul edilmez. Borçları silmenin zamanıdır. Bu da ancak üstün başarılı bir devrimci militanlıkla, özellikle de gerilla savaşımıyla ve savaşçılığıyla mümkündür. Sizlerden bu bekleniyor, verilenler de az değil.
Bütün gerilla yapısı biraz anlayışlı, biraz kendini ayaklandırarak yaklaşırsa, erkenden bir zafer de mümkündür. Böylesi bir yürüyüşe, böylesi bir gerillaya bu düşman da dayanamaz. Dayanmaması için de tek şart, bu işin hakkını vermektir. Bu temelde yükleneceğiz. Neyi nasıl kazandığımızı biliyoruz. Partiyi nasıl ele alıp kazandığımızı biliyoruz. Bu halkı nasıl kimliksizlikten, adını heceleme konumuna ulaştırdığımızı ve bugünkü düzeye getirdiğimizi çok iyi biliyoruz. Ad vermeye kendimden başlamıştım. Bir silahı, silah için mermiyi elde etmek için çabalarımız nasıl başladı, nasıl sürdürüldü? Bütün bunların değerini çok iyi bileceksiniz. Buna sonuna kadar gereken sorumlulukla önderlik edeceğiz. Bu biraz acımızı hafifletir.
14 Temmuz direnişçilerinin anısına aklanarak karşılık vermeniz, aynı zamanda kör bir tarihe de karşılık vermedir. İnsanlığa karşı, sınır tanımaz emperyalist, faşist gidişata da bir karşılıktır. Bu, bizi insanlık kavgasında biraz onurlu kılıyor. Alçakgönüllüyüz, bu, yapılacak olanın çok küçük bir parçasıdır ve onuru elden bırakmamanın savaşımıdır. Kendi yaptığıma bakıyorum. Namussuz demesinler diye bu kadar çalıştım, yoksa ne kadar sosyalisttir, demokrattır desinler diye değil. Yine, ne kadar alçaktır demesinler diye bu eylemi buraya kadar taşıdım; yaşamı biz böyle yorumladık, böyle sürdürdük. Layık olmaya çalıştık, doğru katıldık. Bize şehitlerce birçok şey vasiyet edildi. Biz bu vasiyetlere karşılık vermeye çalıştık. Halk birçok değerini adadı, ona da iyi sahiplik etmek istedik. Sizden daha fazla, can varlığınıza bir güvenlik, bir gelişme çaresi olmaya çalışıyoruz. Bütün bunlar sorumluluklarımızın gereğidir.
Parti Basit Bir Hizmet Aracıdır, Esas Olan Halkta Sağlanan Özgürlük Düzeyidir
Düşman yine zindanlar üzerinde kahredici baskıyı sürdürüyor. Yargılamasız infazlar devam ediyor. Sözde faili meçhul cinayetler, günlük olaylar halini almıştır. Özel savaş da zaten bütün şiddetiyle sürüyor. Fakat en iyisi şudur: Bütün bu saldırıları karşılıksız bırakmıyoruz. Bireysel şiddet eylemlerinden öteye, çok kapsamlı ve giderek bizi halk savaşına yaklaştıran biçimlerle gelişmeyi sürdürüyoruz. Bu, bizi biraz avutuyor. Eskinin büyük telaşı, endişeleri biraz zayıflamıştır. Bu, işlere biraz daha tahammüllü, planlı yaklaşma fırsatı oluyor.
Zaferi garantileyecek taktik çabalar söz konusudur. Mevcut düzene karşı onuru kurtaralım, namusu kurtaralım yaklaşımı, yerini zaferi kesinleştirelim, onun başarılı adımlarını peş peşe atalım biçiminde bir yaklaşıma terk etmiştir. Bu süreci doğru değerlendirelim. Mesele baş aşağı bir gidişata, yine çok acımasız bir işkenceli ortama dur demek değildir. Ondan da öteye, bunlarla birlikte giderek pekişen adımlarla ve başarıdan başka bir sonuca fırsat vermeyecek bir çalışma tarzıyla, onun özellikle örgüt ve kadro gücüne, örgüt düzenlemesine, taktik belirlemesine, önderliğine, komuta düzeyinin doğru teşekkülüne başarı şansı verdirmedir. Bugünün en belli başlı çabaları bu yönlü görevleri başarmaya yöneliktir.
Nasıl ki ilk savaş umudu kazanma, daha sonraki de umudu diri tutma savaşı idiyse, şimdi de bu umut adım adım gerçekleşiyor. Bu hem heyecan vericidir ve hem de çok gerçekçi olmayı gerektirir. Savaşa duygusal değil, gerçekçi yaklaşmayı şart kılar. Bütün bunları partiye özümsetmeye çalışıyoruz. Partilileşmeyi oldukça derinleştirerek gücümüzü, günün olduğu kadar, yakın geleceğin sorunlarına karşılık verecek öncü güç durumuna getirmek istiyoruz.
Parti içindeki militan çözümleme şahsında, halk demokrasisini, sosyalizmi zafere götürmeyi en önemli bir kadrolaşma çabası olarak görüyoruz. Özellikle reel sosyalizmin sonuçlarından çıkardığımız derslerle, sosyalizmin bu yönlü bir yorumuna başarı şansı verdirmek istiyoruz. Öncelikle sosyalizmi sürekli kılacak bir militan tipi ortaya çıkarmayı parti bünyesinde başarma ve bunun mücadelesinin kesintisiz verme konusuna oldukça bağlı kalınmıştır, halen de yoğunca sürdürülmektedir.
Halkın eylemi olmadan bir devrimci partiden bahsedilemez. Parti eylemi ile halkın eyleminin iç içeliğine yüksek değer biçtik. Bugün ulaşılan safha iyi bir safhadır. Halk partiye oldukça bağlandığı gibi, partiyi de eleştirebiliyor. Bu iyi bir şeydir. Partiyi eksik buluyor, kadroyu eksik buluyor, eleştirdiği gibi kabul edilmez yanını gördüğünde tavır alabiliyor. Bu da halkımızın olgunluk düzeyinin iyi olduğunu gösterir. Bürokratik yapılanmalara kolay teslim olmayacağını, feodal ve küçük burjuva bürokratik tutumlara, kemikleşmelere belli bir karşı çıkma konumuna geldiğini gösterir. Bu, önderlik tarzıyla bağlantılıdır. Kısacası, savaşan halk gerçekliği iyi yoldadır ve öncü ile bağlantısı da doğru temellerdedir.
Bir partinin ancak ve ancak bir halkı özgürleştirdiğinde öncü sıfatına layık olabileceği, demokratik veya sosyalist diye değerlendirilebileceği biçimindeki yaklaşımımız gerçeğe yakındır. “Parti her şeydir, halk da ona kul köledir” anlayışını mahkum ediyoruz. Partiyi ısrarla bu noktaya getirmek isteyenlere karşı savaşımız kesintisizdir. Partinin basit bir hizmet aracı olduğunu, esas olanın ise halkta sağlanan özgürlük düzeyi olduğunu iyi biliyoruz ve bu konuda çok dikkatliyiz. Partinin halktan kopuk, kendi başına bir çıkar aygıtı olmasına fırsat tanımıyoruz. Reel sosyalizmin içine düştüğü sapmalara, saplantılara yer vermiyoruz. Bunun da çok iyi bilinmesi gerekir.
Bu büyük sapmaya, özellikle de kendi sorumluluğum altında asla fırsat vermeyeceğimi tekrar tekrar vurgulamak isterim. Hiç birinizin ağalık taleplerine, küçük burjuva bürokratlık taleplerine yer vermeyeceğim. En büyük savaşı, sizin bu yöndeki isteklerinize, bu yönlü tehlikelerinize karşı vereceğim. Bu cephedeki savaşı bir an bile unutmadan götüreceğim.
Tehlikenin farkındayız. Sizin toplumdan aldığınız özelliklerin bu konuda çok tahrik edici olduğunu biliyorum. Serbest bırakıldığında, her an partiyi bir ağalar örgütü veya küçük burjuva, köylü kurnazları örgütü durumuna getirme tehlikesinin büyüklüğünün farkındayız, bu savaşım süreklidir. Az savaş verilmedi, daha da verilecektir. Doğru kavrayalım ve ona göre doğru partileşelim. Bunun ölçütü de, dediğim gibi feodal kalıntılardan olduğu kadar her türlü sömürgeci etkilerden de arınıp halk gerçekliğine bağlılığa ulaşmaktır. Parti-halk ilişkisine doğru bir çözüm getirecek ilerlemeye, bir de bu yönüyle çözümlenmeye yüksek değer biçiyoruz.
Bütün bunlar için, halk ordulaşması temeldir. Ordulaşma başlı başlına büyük bir olaydır. Ordulaşmada gerçekleşen bir partidir, bir halkın kendisidir. Bir parti ordulaştıkça partileşir, bir halk ordulaştıkça halklaşır.
Bu, en çok bizim için geçerlidir. Dolayısıyla biz ordulaşmayı, halklaşmanın ve partileşmenin en temel odağı olarak görüyoruz. Ordulaşma uğruna geliştirilecek savaş; halklaşma savaşı, halkın özgürlük savaşıdır ve bunun parti öncülüğündeki başarısı en temel ölçülerinden birisidir. Ordulaşmaya bu nedenle büyük değer biçiyoruz. Ordulaşma sürecini bütün yönleriyle ele alıyoruz. Onu salt bir askeri aygıt olarak değil, yoğunlaşmış siyaset olarak, çelikleşmiş örgüt olarak, tutturulacak temel vuruş tarzı ve savaşçılığı olarak üzerinde kapsamlı duruyoruz. Bunu başardığımız oranda partileşmenin ve halklaşmanın zaferinin kesin olacağını söyleyebiliriz.
O halde, en temel görevimizin partinin ezici militan ve çalışanlarının böyle bir ordulaşmayı yaratmaları olduğunu vurgulayalım. Ordulaşmaya büyük bir tutkuyla sarılıyoruz, ama doğru temelde… Vuruş tarzının keskinliği esastır, ama çok kapsamlı çabalarla, özellikle siyasileşmenin öncelik taşımasıyla bu böyledir.
Bu temelde, biz genelde bütün direniş şehitlerinin, sadece PKK’nin ve Kürdistan’ın değil, başta Türkiye olmak üzere, tüm ülkelerin direniş şehitleri anısına böyle bir on yılla karşılık vermeye çalıştık. Hiç şüphesiz bu on yılda bu büyük şehitlerin anısının etkisi vardır ve belki de belirleyicidir. Daha fazlasını da yapmak isterdik, ama bilinen nedenlerle gerçekleşen budur. Bundan sonra bizi daha da iddialı kılan bu gelişmelere dayanarak, geleceği çok daha güçlü kazanmaya çalışacağız. Bu olanaklarla bundan sonrasını daha güçlü kılmak mümkündür. Anılarından çıkartılması gereken en önemli sonuç, geçmişte düşülen zaafları, eksiklikleri tekrarlamamaktır. Böyle bir fırsat da yakalanmıştır. Bu iyi değerlendirilirse, geleceğin kazanılması daha da kesinleşir. Bu iddia büyüktür, çabası da büyük olacaktır.
Üzerimize düşeni, gerçekten çok mütevazıca ve bir emekçinin alçakgönüllülüğüyle yerine getirmeye çalıştık. Gerektiğinde büyük iddia, büyük çaba, büyük bilinç, karar büyüklüğü ve uygulama ustalığı da gösterilerek, görevlerin gerekleri yapılmaya çalışıldı. Bütün bu eleştirilere rağmen, PKK yapısında birleşenlerle, bundan sonra da yola devam etmek isteriz. Ama eleştirilerin gereklerinin yerine getirilmesinden de vazgeçmeyiz. Bunun kısa sürede olması hepimizin yararına olur, hepimizin başarı şansını artırır. Mutlaka bu temelde karşılık vermeliyiz.
Tüm dost güçlere de, PKK’yi bu temelde bir güç olarak değerlendirmeleri gerektiğini söylüyoruz. Özellikle birlikte kurtulmaya mahkum olduğumuz Türkiye halkı ve onun öncü güçleriyle birlikte, savaşımımızı bundan sonra doğru temellerde geliştirmeye de özen gösteririz. PKK pratiği kendini biraz kanıtlamıştır. Halklar için ne söylerse onu yapar. Buna Türkiye devrimciliği de, hiç olmazsa bundan sonra biraz karşılık vererek iyi bir yoldaş müttefik, olmazsa iyi bir dost müttefik olmayı bilmelidir. Her düzeyde ortaklaşa savaşım doğru bulduğumuz ve istediğimiz bir tarzdır. İnanıyoruz ki, bundan sonra Türkiye cephesinde de gelişmeler daha farklı ve istenilen doğrultuda olacaktır.
Çok yüksek değer biçtiğimiz Türkiye direniş şehitlerinin, en az kendi direniş şehitlerimiz kadar onların anısına da bağlayabileceğimiz çıkışımız, bu şehitlere de vereceğimiz en büyük karşılık; PKK’yi böyle savaşan öncü güç haline getirmektir. Dolayısıyla onların da anısına verilen söze bağlı kalındığı gibi, geçerlilik de kazandırılmıştır.
Bu temelde diyoruz ki: Bütün Türkiyeli ve Kürdistanlı direniş şehitlerinin anısı ölümsüzdür. Yine 14 Temmuz direniş kararlılığı, başarımızın temelidir. Bu temelde verdiğimiz söz, artık zaferi esas alan, ondan başka hiçbir gidişata şans vermeyen, halkımızın da artık bu dönemde mutlaka öncülüğü doğru yaklaşımda isteyebileceği ve kabul edebileceği bir devrimciliğe yol almadır. Biz bundan sonra bu temelde yeni bir dönemeci yakalayabildiğimize eminiz.
Bu temelde de, bütün direniş şehitlerinin anısı, 14 Temmuz direniş kararlılığı zafere ulaşacaktır. Bu zaferin çalışma tarzı, bütün çalışmalarımıza yön verecek ve mutlaka başaracağız.
14 Temmuz 1992